Bişr b. Hâris
mazisinde İçki mübtelası ve meyhane müdavimlerinden olduğu söylenen
bu zâtın tevbesine vesile olan hâdise şöyle anlatılır: Sarhoş halde yolda yürürken gözüne, ayaklar
altında çiğnenen bir kağıt parçası ilişti. Eğilip onu aldı ve baktı ki, "Allah"
lafzı yazılı kirlenmiş bir kağıt. Üçbeş kuruştan ibaret olan cebindeki bütün parasını
harcayarak misk amber ve gül suyu satın alıp kağıdı yıkadı, temizledi, sonra misk amberle
güzel kokulu hale getirdikten sonra bir kenara bırakıp gitti (1). O gece velilerden birisi şöyle bir rüya gördü:
Cenab-ı Hak tarafından bir hitap işitti. Hitapda şöyle deniyordu: Bişr'e varıp haber ver ve
de ki: "Bizim ismimizi misk kokusu ile temizledin, biz de senin ismini temizleyip arındırdık. İzzetime
and olsun ki, senin ismini dünyada da ahirette de hoş hale getireceğiz." Rüyayı gören Zât, Bişr b. Haris
için böyle bir rüya nasıl olur acaba?.. Çünkü o henüz tevbe etmemiş ve Hakk'a sadakatla yönelmemiştir. Abdest
alıp yeniden yatar ve rüya üç kere aynı şekilde tekrar eder. Rüyanın sadakatına inanan bu zât ertesi
gün Bişr'i aramaya koyulur ve nihayet onu, rivayete göre, bir meyhanede bulur. Kendisine haber gönderir. Bişr'e
haberi getiren adam: "Sana birisi haber getirmiş, gelip baksana!" deyince Bişr: - Git sor bakalım kimden
haber getirmiş? Adam tekrar rüyayı gören Zâtın yanına gelip Bişr'in sözünü nakleder. Haberin kendisine
Allah Teala tarafından getirildiğini söyler. Bişr bu haberi alınca: "Rabbim beni azarlayacak" diye pek
de gelmek istemez. Fakat Veli, "Hayır, seni azarlama şöyle dursun sana büyük beşareti var." cevabını
verince, o zaman Bişr, "Öyleyse biraz bekleyin de arkadaşlara, ahbaplara veda edeyim" der Meyhaneye dönen Bişr
arkadaşlarına şöyle söyler: - Dostlar bizi davet etmişler, gidiyoruz ve sizi de O'na ısmarlıyorum.
Beni bir daha asla bu meyhanede bulamayacaksınız, diyerek oradan ayrıldı ve bir daha orada onun ismini
duyan olmadı. Bişr'in o gün perişan bir hali vardı. Fakat ondan sonra da Hak karşısında
o perişaniyetin farklı bir tezahürü oldu: Başı açık, yalın ayak, işlediği günahların
mahcubiyeti altında iki büklüm perişan bir halde idi. Kendisine neden ayağına ayakkabı giyinmiyorsun
diyenlere; - Ben O'nunla ahdettiğim zaman yalın ayaktım. Artık utanırım ki, ondan sonra ayağıma
ayakkabı giyineyim (2). İsmi Bişr, babasının ismi Hâris’tir. Ebu Nasr künyesi ile maruf
olan bu zât, Hafız Zehebî'nin tesbitine göre hicri 152 yılında Merv'in köylerinden Bekird veya Mabersam'da
doğmuştur. Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzî ise, 150 yılında doğduğunu kaydetmiştir. Bilahare
Bağdad'a yerleşen Bişr, orada ilim ve takva yolunda ilerlemiş, Fuzayl b. lyaz'ın sohbetlerine devam
etmiş, sonra dayısı büyük muhaddis Ali b. Haşrem'in ilim meclislerinde bulunmuştur (3). Ayağına
ayakkabı giyinmediği için de "Hafî" lakabıyla lakaplanmıştır. İlim tahsil etmek üzere,
Mekke'ye, Küfeye ve Basra'ya gitmiştir. Hocalarının meşhurlarından şu isimleri sayabiliriz:
Veki', Isa b. Yûnus, Hammad b. Zeyd, Kadı Ebu Yûsuf, Mâlik, Şerik, İbrahim b. Sa'd, Fuzayl b. lyaz, Muafi b.
İmran ve Abdullah b. Mübarek. Kendisinden de Ahmed b. Devreki, Muhammed b. Yûsuf el-Cevherî, Muhammed b. Müsennâ, Seriyyü's-Sakatî,
Ömer b. Musa ve İbrahim b. Hanî en-Nisabûrî gibi büyük zâtlar ders almıştır (4). Allah'tan korkan ve niyeti
iyi olan kimseler için hadis taleb etmeden daha büyük, daha faziletli bir ilim olmayacağını belirten Bişr,
bundan ötürü fazla hadis rivayetinde bulunmamıştır. Hatta kendisine neden hadis rivayet etmiyorsun, denildiğinde
de şu karşılığı veriyordu: "Nefsim konuşmak ve rivayet yapmak istiyor, ben onun için susuyorum.
Eğer nefsim susmak istese o zaman da konuşurum." (5) Helâl ve harama riayet eder, çok oruç tutar, çok ibadet ü taatte
bulunur, gösteriş ve riyadan son derece sakınırdı. Şöhretten Allah'a sığınırdı,
yanına bir üçüncü insan sohbete gelince meclisi terkeder, oradan ayrılırdı. En yakın dostlarını
bile ziyaretine kabul etmezdi. Ebu'l-Hasan kendisine adam göndererek ziyareti için izin taleb etmişti. Fakat Bişr
O'na mektup yazarak, "Senin benim ziyaretime gelmen hem bana hem de sana şöhret olur, onun için müsaade etmiyorum" şeklinde
karşılık verdi (6). İnsanların kendisine karşı gösterdikleri teveccühten de son derece
rahatsız olurdu. Ebu Ali ed-Dekkak anlatıyor: Bişr bir yerden geçerken insanların bulunduğu yere
uğradı ve onlar kendisi için şöyle konuştular: "Bu adam gecenin tamamını uyanık geçirir,
oruç tutar ve üç gün geçer de iftar etmez." Bunu duyan Bişr ağlamaya başladı. Kendisine neden ağladığını
soranlara: "Ben öyle değilim, geceyi tamamen uyanık geçinmiyorum, oruç tutuyorum, lakin iftar etmediğim bir
gece yok, üzerimde bunun altında ben nasıl kalkarım." sözleriyle endişesini belirtti (7). Ebu Hafs Amr
b. Musa, Bişr'in şöyle söylediğini nakleder: "Rabbim beni dünyada meşhur etti, umulur ki, ahirette beni
rezil ve rüsvay etmez" (8). Nefsin isteklerine karşı daima muhalefet etmiş ve kırk sene canı kızartılmış
et istemesine rağmen onu almamış ve alacak da parası olmamış. Uzun seneler baklava isteğini
de, nefsi şımartır düşüncesiyle reddetmiştir. Günlerce aç kalır ve kendisini bu mevzuda yemeye
teşvik edenlere karşı da, "Açlık kalbi safileştirir, heva ve hevesi öldürür, ilmin inceliklerini
insana ilham eder" (9). Nafaka mevzuunda rıfk ve iktisadı tavsiye eder, "Malınız olsa da aç yatmanız
sizin için tok yatmanızdan daha iyidir" sözleriyle etrafındaki insanlara nasihatta bulunurdu (10). Hele şüpheli
şeyleri yiyip içmekten son derece kaçınır, hatta bu meseleyi belki ifrat dereceye vardırarak, deniz suyu
içer, haram para ile akıtılma ihtimali olduğu için sultanların akıttığı çeşmelerden
su içmezdi (11). Nefsini tezkiye etmez ve onu herkesten düşük görürdü. Yolda yürürken bir sarhoş gelip, "Ey benim
efendim Ebu Nasr" diyerek Bişr'in boynuna sarılıyor, yüzünü gözünü öpüyor ve ondan ilgi istiyor. Bişr
ise onu kendisinden uzaklaştırmıyor ve gözleri çeşme gibi dolu dolu şu sözleri söylüyor: "Bu adam
kendisinde hayır umduğu birisine karşı bu şekilde muhabbet besliyor. Belki de bu muhabbet besleyen
kurtuluşa erecek, fakat muhabbet beslenilenin hali ne olacak onu bilemiyorum" (12). Nefsin her isteğini yerine
getiren ve onu tezkiye eden insanın büyük tehlikede olduğunu yine büyük bir zât şu sözleriyle dile getirir
ve bu işin tehlikesine işaret eder: "İnsan cibilliyeti ve fıtratı itibariyle nefsini sever. Belki
evvela ve bizzat yalnız zâtını sever, başka her şeyi nefsine feda eder. Mâbud'a layık bir tarzda
nefsini medh eder. Mâbud'a layık bir tehzih ile nefsini meayibden (ayıplardan) tenzih ve terbiye eder. Elden geldiği
kadar kusurları kendine layık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa
eder... Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâva eder. Mabuduna karşı
adavetkârane bir isyanı taşır..." (13). Bişr b. Haris, yaptığı her işi Allah rızası
için yalnız O'nun hoşnutluğu için yapar ve insanlara karşı bilinmeyi ve görünmeyi asla arzu etmezdi.
Ahmet b. Salt şöyle dediğini nakleder: "Müminin ganimeti, insanların ondan gafletidir, onun da yerini insanlardan
gizlemesidir." (14). İnsanların aziz olmasını halktan istiğnada, insanın şerefinin de gece
ibadetine devam etmekte olduğunu söylerdi (15). Bundan dolayı dünyanın hiç bir şeyine ehemmiyet vermez
ve dünyalık için emir kapısında olan insanları takbih ederdi (16). Hamza b. Dıhkan diyor ki, bir
gün Bişr b. Hâris'e, "Sizinle bir gün beraber olmayı çok arzu ediyorum." dedim. "İstersen bir gün beraber ol!"
dedi ve mescidden içeri girdi. Orada dört rekât namaz kıldı ki, ben öyle güzel namaz asla kılamam ve secdede
şunları söylediğini işittim: "Allah’ım! Sen azametinle bilirsin ki, zillet benim için şereften
daha sevimlidir, iyidir, yine sen bilirsin ki, Allah'ım fakirlik benim için zenginlikten daha iyidir. Allah'ım!
Sen bilirsin ki, senin muhabbetine hiçbir şeyi katiyyen tercih etmem, ben bu samimi ve içten tazarru ve niyazı işitince
kalbim hopladı ve hıçkırıklarıma mâlik olamadan ağlamaya başladım. Benim orada olduğumu
farkedince de şunları söyledi: "Allah'ım! Sen biliyorsun ki, eğer şu adamın burada olduğunu
bilseydim bunları konuşmazdım." (17). Riyadan o kadar korkar ve kaçardı ki, insanlar öldükten sonra bile
riyakâr olabilir, derdi. Kendisine bunun nasıl olacağını soranlara da şöyle cevap verirdi: "Cenazesinde
insanların çok olmasını arzu eden insanlar öldükten sonra müraidir."(18). Akıl ve hikmet sahibi olan
Bişr, asla dedikodu yapmaz ve katiyyen kimseyi çekiştirmezdi. İbrahim Harbi diyor ki, Bağdad şehri
Bişr'den daha akıllısını ve lisanını daha iyi muhafaza edeni çıkarmamıştır.
Sanki her kıl başı bir akıl vardır onda. İnsanlar kendisini elli sene takip etmişlerdir
de bir Müslüman için bir tek gıybet yaptığı duyulup görülmemiştir. Ben ondan faziletlisini görmedim."
(19). Bişr b. Hafî aynı zamanda büyük bir muhasebe ve tefekkür insanı idi. Allah'a karşı günah işlememenin
ve saygısızlık yapmamanın ancak tefekkürle mümkün olacağını belirtirdi (20). İman
nimetinin büyük bir nimet olduğunu, bunun için ciddi şükür gerektiğini beyan etmektedir. Kızkardeşi
Zübde kendisinden şu hususu rivayet etmiştir: Kardeşim Bişr b. Hafî bir gece bana gelmek üzere kapının
önüne geldi ve adımının birisini içeri attı, diğeri dışarıda olduğu halde tefekkür
etmeye başladı. Ben içeri girmesini bekleyip durdum. Ta sabaha kadar olduğu yerde kaldı ve sabah olunca
da ben kendisine: Bu gece boyu neyi tefekkür ettin ki, ta sabah oldu? dedim. Bana şu cevabı verdi: "İsmi Bişr
olan hıristiyanları, yahudileri ve Mecusileri düşünüyordum. Halbuki benim de ismim Bişr'dir. Allah beni
İslâm nimetiyle nimetlendirmiş, bunu tefekkür ediyordum" (21). Allah yolunda gizlice verilen sadakayı çok
makbul sayar hatta bir kısım riya karışması ihtimali olan ibadetlerden üstün tutardı. Hasan
b. Amr, kendisinden şunları işittiğini rivayet eder: Allah yolunda sarf edilmek üzere verilen sadaka Hac’dan,
Umre'den ve Cihad'dan insan için hayırlıdır" dedikten sonra sebep olarak da şunları ilave eder: "Hac'da,
Umre'de ve Cihad’da kişi hazırlığını yapacak, bineceği bineğe binecek, gideceği
yere gidecek ve tekrar dönüp gelecek ve halk bu insanın ne iş yaptığını, ne amel yaptığını
bilecek, böylece yaptığı bu ibadetlere riya karışabilir. Yalnız Allah yolunda verilen sadaka
böyle değildir. O'nu Allah'tan başka bilen olmayacak"(22). Cömert insanı çok sever, cimriden nefret ederdi.
Hatta cimri insanın yüzüne bakmanın insanın kalbini karartacağını söylerdi. (23). Cömertliğe
verdiği değer şu sözünden iyi anlaşılmaktadır: "Cömert olan yol kesici, Allah nezdinde cimri
olan sûfiden daha sevimlidir." (24). Abdurrahman b. Ebi Hatim anlatıyor: Bişr b. Haris şöyle söylemiş:
Resulullah (A.S)'i rüyamda gördüm bana şöyle dedi: Ey Bişr bilir misin Allah Tealâ sizi akranınız arasından
neden bu mertebeye yükseltti? Ben: "Bilmiyorum ya Resulullah" dedim. Peygamberimiz şöyle buyurdular: "Sünnetime tâbi
olman, salih insanlara hizmet etmen, Müslüman kardeşlerine nasihat etmen, ashabımı ve ehli beytimi sevmenden
ötürü Allah Tealâ seni bu yüce mertebelere erdirdi" (25). Ümmetin kalbinde Bişr'in büyük bir yeri vardır. Allah
Tealâ bütün insanlara onu sevdirmiştir. Bilal el-Havvas anlatıyor: Ben Beni İsrail çölünde bulunuyordum. Birisi
benimle beraber yürüyordu. Halinden taaccüb ettim, sonra bana ilham edildi ki, bu Hızır'dır. O'na şöyle
dedim: Hak hakkı için sen kimsin? - Ben kardeşin Hızır'ım, dedi. Ben kendisine, "Sizden bir şey
sormak istiyorum" dedim. - Sor, dedi ve Ben: - Şafii hakkında ne dersiniz? Hızır: - O, evtad'dandır.
Ben: - Ahmed b. Hanbel hakkında ne dersiniz? Hızır: - O, sıddıklardan biridir. Ben: - Bişr
b. Hâris el-Hafi hakkında ne dersiniz? Hızır: - O'ndan sonra onun gibisi yaratılmamıştır,
dedi. Süfyan b. Muhammed el-Masisi diyor ki, vefatından sonra Bişr b. Hâris'i rüyamda gördüm ve kendisine, "Rabbin
sana ne ile muamele etti?" dedim. Bana Rabbim beni affetti ve cennetin yarısını benim için helâl kıldı
ve bana dedi ki, Ya Bişr sen ateş üzerine secde etseydin, insanların kalbine seni koyduğumun hakkını
eda etmiş olamazdın" (27). Bişr b. Haris hicrî 227'de 75 yaşında iken Bağdat'ta vefat etmiştir.
Yahya b. Abdülhumeyd diyor ki, ben Bişr'in cenazesinde Ebu Nasr et-Timar ile Ali b. Medinî'yi gördüm diyorlardı
ki, "Vallahi bu ahiretten önce dünya şerefidir. Bişr'in cenazesi sabah namazından sonra defnedilmek üzere yola
çıkarıldı. Kalabalıktan yatsıya ancak kabrine konulabildi. (28). Allah'ın rahmeti O'nun ve emsalinin
üzerine olsun.
DİPNOTLAR (1) Hilyetû’l-Evliya, 8 /336. Risale-i Kuşeyriyye, Ebu'l-Kasım
en-Nisabûri el-Kuşeyri, 1/84, Tezkiretü'l-Evliyâ, Feridüddin Attar, çeviren, Süleyman Uludağ, s. 168 (2) Tezkiretü'l-Evliya,
s. 168-169 (3) Tabakâtu's-Sûfiye, Ebu Abdurrahman es-Sülemi, s. 40 (4) Siyerü Alâmi'n-Nübelâ, Hafız Zehebî, 10/469-470 (5)
Tarihu Bağdad, Hatib Bağdadî, 7/70; Siyerü Alâmi'n-Nübelâ, 10/472 (6) Sıfatu's-Safve, Ebü'l-Ferec İbnu'l-Cevzi,
2/326. (7) Risale-i Kuşeyriyye, İmam Kuşeyri, 1/85 (8) Sıfatu's-Safve, 2/326 (9) Siyer-i A'lâmi'n-Nubelâ,
10/471. (10) Hilyetü'l-Evliya, Ebu Muaym el-İsfehanî, 8/340. (11) Siyerü A'lâmi'n-Nübelâ, 10/471 (12) Sıfatu's-Safve,
2/327. (13) Mektubât, Bediüzzaman Said Nursî. s.430-431. (14) Sıfatüs- Safve, 2/326. (15) Hilye, 8/338. (16)
Sıfatu's-Safve, 2/333. (17) Siyerü A'lâm, 10/473. (18) Aynı eser, Sıfatu's-Safve, 2/333. (19) Siyerü
A'lâm, 10/472. (20) Hilye, 8/337. (21) Sıfatu's-Safve, 2/331. (22) Aynı eser. (23) Tabakâtu's-Sûfiyye,
s. 43. (24) Siyerü Alâmi' Nübelâ, 10/472, Tabakâtu's-Sûfiyye, s. 45. (25) Risale-i Kuşeyriyye, s. 85. (26) Aynı
eser. (27) Hilye, 8/331. (28) Sıfatu's-Safve, 2/334-335.
|