Peygamberler
| | Adem Aleyhisselam
| İlk insan
ve ilk peygamber
Yeryüzünde yaratılan
ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası. Allahü teâlânın emri ile melekler çeşitli memleketlerden
topraklar getirdiler. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp insan şekline
koydular. Bu şekilde Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp "salsâl" oldu yâni pişmiş gibi
kurudu. Önce Muhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cumâ günü rûh verildi. Her şeyin
ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahü teâlânın emri ile
bütün melekler Âdem aleyhisselâma karşı secde ettiler. Uzun zaman meleklerin hocalığını yapmış
olan İblis, kibirlenip bu emre karşı geldi ve Âdem aleyhisselâma karşı secde etmedi. "O çamurdan
yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm." iddiâsında bulundu. İblis (şeytan)
kendini üstün görüp, kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca gadab-ı ilâhiyyeye uğradı ve Cennet'ten
kovuldu. Âdem aleyhisselâm kırk yaşındayken Firdevs adındaki Cennet'e götürüldü. Cennet'te bulunduğu
sırada veya daha önce Mekke dışında uyurken sol kaburga kemiğinden hazret-i Havvâ yaratıldı.
Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti. Cennet'te yerleşmelerini ve Cennet'in meyvelerinden dilediklerini yemelerini
bildirdi. Fakat, Cennet'te bulunan bir ağaç için, "Bu ağaca yaklaşmayın, bu ağaçtan yemeyin."
buyurdu.Âdem aleyhisselâm ve Havvâ vâlidemiz, Cennet'te bin yıl kadar yaşayıp, İblisin yalan yeminine
inanarak yasak edilen ağacın meyvesinden unutarak önce hazret-i Havvâ, sonra Âdem aleyhisselâm yedikleri için Cennet'ten
çıkarıldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan'da Seylan (Serendib) Adasına, Havvâ ise Cidde'ye indirildi.
Birbirlerinden ikiyüz sene müddetle ayrı kalan Âdem aleyhisselâm ve hazret-i Havvâ bu müddet içinde ağlayıp
yalvardıktan sonra tövbe ve duâları kabûl oldu. Hacca gelmeleri emrolundu.
Arafât Ovasında hazret-i
Havvâ ile buluştu. Kâbe'yi inşâ etti. Her sene hac yaptı. Arafât Meydanında veya başka meydanda kıyâmete
kadar gelecek çocukları belinden zerreler hâlinde çıkarıldı. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye
soruldu. Hepsi; "Belâ=Evet!" dediler. Sonra hepsi zerreler hâline gelip beline girdiler. Buna "Ahd-ü-Misâk" ve "Kâlû Belâ"
denildi. Âdem aleyhisselâm ve hazret-i Havvâ daha sonra şam'a geldiler. Burada yirmi defâ ikiz evlâdı oldu. Bir
defâ da yalnız Şît aleyhisselâm oldu. Neslinden kırkbin kişiyi gördü. Oğullarına ve torunlarına
peygamber olarak gönderildi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine oniki defâ geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi. Bu
kitapta; îmân edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit namaz kılmak, gusül boy abdesti almak,
oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, tıb, ilaçlar, hesab, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca
fizik, kimya,tıb,eczâcılık, matematik bigileri öğretildi. İbrânî, Süryânî ve Arab dillerinde kerpiç
üstüne çok yazı yazıldı.
İlk insanlar,bazı târihçilerin zannettiği gibi ilimsiz,fensiz,görgüsüz,çıplak
ve vahşî kimseler değildi.Bugün Asya,Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benziyen
vahşîler yaşadığı gibi,ilk insanlarda da bilgisiz basit yaşayanlar vardı.Bundan dolayı
ne bugünkü,ne de ilk insanların hepsi için vahşîdir denilemez.Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde yaşarlardı.
Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekmek yapmak gibi sanatları vardı. Altın
üzerine para dahi basılmış,mâden ocakları işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.
Âdem
aleyhisselâmın hiç sakalı yoktu. İlk sakalı çıkan Şit aleyhisselâmdır. Hazret-i Âdem çok
güzeldi. Siyah saçlı ve buğday tenliydi. Onbir gün hasta yatıp, bir Cumâ günü vefât etti. Âdem aleyhisselâm
vefât edince, Cebraîl aleyhisselâm bir gömlek giydirdi., Şit aleyhisselâma yıkamayı öğretti. Yıkayıp
kefenlediler.
Hadîs-i şerîfte buyruldu
ki:
"Âdem aleyhisselâm vefât edince,melekler
üç defâ su ile yıkadılar.Onu defnettiler." Sonra çocuklarına dönerek; "Ey âdemoğulları! Ölülerinize
böyle yapınız dediler." Şit aleyhisselâm imâm olup cenâze namazını kıldırdı. Âdem
aleyhisselâmın kabri; Kudüs'te, Minâ'da, Mescid-i Hîf'te veyâ Arafât'tadır. Hayatını bildiren rivâyetler
birbirinden farklıdır. Hazret-i Âdem, Allah'a
ilk hamd ve ilk tövbe edendir. Seçilmişlerin ilki, yeryüzünde Allahü teâlânın ilk halîfesidir.Birçok mûcizeleri
vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Yırtıcı, vahşi hayvanlarla konuşurdu. Susuz
dağ ve taşlara elini vurunca,pınarlar fışkırır,temiz sular akardı. Eline aldığı
ufak taşlar,yüksek sesle Allahü teâlâyı zikrederdi.
Âdem aleyhisselâmın yaratılması,Cennet'te
kalması,Cennet'ten çıkarılarak yeryüzüne indirilmesi,Kur'ân-ı kerîmde çeşitli âyet-i kerîmelerde
bildirilmiştir. | Davud Aleyhisselam | Süleyman aleyhisselâmın
babasıdır. Sesi çok güzeldi.
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.
Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdârdı. Soy bakımından Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna
dayanır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât
etti. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitâbı verildi. Sesi çok güzel ve tesirliydi. İsmi Kur'ân-ı kerim'de
on altı yerde geçmektedir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına birçok peygamberler
gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle amel etmeye dâvet ettiler. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan
İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygamberlerini dinlemediler, ahkâkları
tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârı Câlût'u karşılarına belâ gönderdi. Câlût, İsrâiloğullarını
vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket işlerini ve orduyu
düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan Dâvûd aleyhisselâm, Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden
sonra, Dâvûd aleyhisselâm İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. Bir müddet sonra Allahü teâlâ kendisine
peygamberlik vazifesi ve Zebûr adlı kitabı verdi. İnsanları Allahü teâlânın dinine dâvet etti ve
adâletle hükmetti. Filistin, Sûriye ve Arap Yarımadasının birkısmını fethederek memleketi genişletti.
Kudüs'ü başkent yaptı. Ayrıca Amman, Haleb, Nusaybin ve Ermenistan'ı da fethetti. Mescid-i Aksâ adıyla
Kur'ân-ı kerimde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını başlattı. Mescidin yapılıp
bitirilmesi işini oğlu Süleymân aleyhisselâma vasiyet ederek, yüz yaşında vefât etti. Kabrinin Kudüs sûru
dışında olduğu rivâyet edilir.
Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel ve tesirli sesi vardı. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitabı
geldi. Bu kitap, manzum şekilde olup, eski manzum kitapların en meşhurudur. Zebûr, meşhur dört ilâhi kitapdan
biri olup, Tevrât'tan sonra gönderilmiştir. Vâz ve nasihat şeklinde olup, Tevrât'ı kuvvetlendirdi. Onu açıklayıp
onunla amel etmeye çağırdığından,Tevrât'ın hükümlerini yürürlükten kaldırmadı. Dâvûd
aleyhisselâm, hazret-i Mûsâ'nın getirdiği dini kuvvetlendirdiğinden resûl olmayıp, Beni İsrâil'e
gönderilen nebilerden biridir. Dâvûd aleyhisselâm çok ağlar, çok ibâdet ederdi. Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak
ibâdetle geçirirdi.
Gecenin ancak üçte bir kısmında
uyurdu. Bir gün oruç tutar, öbür gün tutmazdı. Allahü teâlâ mûcize olarak dağları, taşları, kuşları
onun emrine vermişti. Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner,
hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği
şekli verebilme mûcizesi verebilmişti. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazinesinden
birşey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla
hizmet ederlerdi. Kur'ân-ı kerimde Bakara, Nisâ, Mâide, En'âm, İsrâ, Enbiyâ ve Sâd sûrelerinin birçok âyet-i kerimelerinde
Dâvûd aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. | Elyesa Aleyhisselâm | Mûsâ aleyhisselâmın dinini İsrâiloğullarına
yaydı.
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.
İlyâs aleyhisselâmdan sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ aleyhisselâmın dinini yaymakla vazifelendirilmiş
nebi idiler. İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı.
Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta tapmaya ısrarla devâm ettiler. Bu isyânları
ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla
cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı. Yağmur yağmaz oldu, kıtlık
başgösterdi ve mahsûl alamadılar. Yiyecek bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda
İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasihatını dinlediler. İmân ettikleri için, üzerlerinde belâlar ve musibetler
kaldırıldı. Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye
başladılar. Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar. İlyâs aleyhisselâm, Allahü
teâlânın izniyle Ba'ıbek'te yaşayan bu kabile arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde
yaşayanları, Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu dâvetleri sırasında uğradığı
bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada
ihtiyar bir kadının evinde misâfir olmuştu. bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm,
o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için
duâ istedi. İlyâs aleyhisselâm da duâ etti. Elyesa aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu.
Bundan sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât-ı şerifi öğrendi.
İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi. Elyesa aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı
için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını
günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı.
Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka
memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve
çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı. Esir olup zelil
ve perişan bir hayat sürmeye başladılar. Bu hâdiselerin vukû bulduğu sıralarda, Yûnus aleyhisselâm,
Asûrluların başşehrş olan Ninova'da dünyâya gelmişti Elyesa aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerimde bahsedilmiş olup meâlen; ''(Yâ Muhammed!) İsmâil'i,
Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla. (Kavmine anlat) Bunlar hayırlılardan idiler.'' (Enbiyâ sûresi:85) buyrulmaktadır. MÛCİZELERİ: 1-Eriha şehri ahâlisinin içme suları acılaşmıştı. Bu durumu
Elyesa aleyhisselâma bildirip, kendilerine yardımcı olmasını istemişlerdi. Bunun üzerine. Elyesa
aleyhisselâm acılaşan suyun içine bir parça tuz atıp, ''Tatlı ol!'' deyince, Allahü teâlânın üzniyle
su tatlı ve lezzetli olmuştur.
2-Borçlu
ve dul bir kadın, Elyesa aleyhisselâma gelip, fakirliğinden şikâyetçi olmuştu. ''Evinde neyin var?'' deyince,
kadın; ''Bir kaşık kadar yağım var.'' dedi. Elyesa aleyhisselâm, kadına; ''Git, o yağı
bir kab içine koy.'' buyurdu. Kadında gidip yağı bir kabın içine koydu. Elyesa aleyhisselâmın mûcizesiyle
o yağ o kadar arttı ki, pekçok kap yağ ile doldu. Fakir kadın bundan borçlarını ödediği
gibi, zengin de oldu. İsrâiloğulları, Elyesa aleyhisselâma
bazân uyup, bildirdiği emirleri yerine getirdiler. Bâzan da muhâlefet ettiler. Elyesa aleyhisselâm vefâtına yakın
Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halife tâyin etti.
| Eyyub Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen
peygamberlerden.Hazret-i İshâk'ın oğlu Iys'ın neslindendir. Kendisine yedi kişi îmân etti. Yüzkırk
sene yaşadı. Sabrı ile insanlık tarihinde darbımeselle anılan Eyyûb aleyhisselâm, Kur'ân-ı
kerîmde zikredilmiştir.
Eyyûb aleyhisselâmın çok
mal ve serveti ile oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları,bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civarında
Beseniyye mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin çokluğu onu Allah
yolundan alıkoymadı. Eyyûb aleyhisselâm Şam civarında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi.Onları
Allahü teâlâya îmân ve ibadet etmeye çağırdı.Bu uğurda pek çok zahmet çekti.Sonra malı,evladı
ve bedeni ile imtihan edildi.Eyyûb aleyhisselâm çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta
kusur etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibadet ehline ve akıl
sahiplerine örnek oldu.
Allahü teâlâ hazret-i Eyyûb'u imtihan etmeyi murâd etti.Onun malarını
çeşitli vesilelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgar ile telef oldu. Şeytan çoban suretinde
ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi. O sırada insanlara vaaz nasihatte bulunan Eyyûb aleyhisselâma
mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi.Hezret-i Eyyûb bu heber kerşısında hiç şikayette
bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve "Üzülme! Omalı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi
de aldı. Çünkü sahibi O'dur." dedi.Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup, geri
gitti.
Sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın,hocaları ile ders okuyan çocuklarının
da zelzeleyle ruhlarını aldı.Bu defa hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın
yanına geldi;"Ey Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı.Çocukların öldü.Her biri parça parça oldular."
dedi.Çocuklarına olan şefkatından dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve
tevekkül ederek,Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi.Şeytana da:"Ey mel'ûn!Sen İblissin. Beni Rabbime isyana teşvik
etmek istiyorsun.Şunu bil ki,evladım bir emanet idi.Rabbime niçin inciniyim.Rabbime hamd ederim." buyurdu.Bundan
sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın vücuduna hastalık verdi. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün
geçtikçe şiddetlendi.Akrabaları,komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu.Yalnız
hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi.Ona hizmetine devam edip,ihtiyaç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyûb bu
halinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defa şeytan Eyyûb aleyhisselâmın
bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;" Onun hastalığı size geçer,onu şehrinizden çıkarın."
dedi. Şehir halkı Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîme'yi şehirden dışarı çıkardılar.
Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a hizmete devam etti.Hazret-i Eyyûb,yedi yıl
dert ve bela içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defa insan suretinde Rahîme Hâtunun karşısına
çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya çalıştı. Ona;" Kendine yazık
ediyorsun. Hastalığı sana geçer." dedi. Rahîme Hâtun ise,şeytana;" Onun üzerimdeki hakkı çoktur,
ödeyemem. Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu bırakamam." dedi. Dönüşte,
onları hazret-i Eyyûb'a anlattı. Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden
sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak,vesvese
vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.
Hazret-i
Eyyûb'un hastalığı gittikçe şiddetlendi .Onun bu hâli beden, kalp ve lisanıyla yaptığı
kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu:" Bana
gerçekten hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin." dedi. Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını
kabûl etti. Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi
vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan; Ey Eyyûb!Belâ
verdim sabrettin. Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim." haberini getirdi. Allahü teâlâ;" (Ey Eyyûb!) Ayağını
yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç." (Sâd sûresi:42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm
ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak
sudan gusl edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu.
Kuvveti geri geldi. Taze bir genç oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti.
Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti. Yüz çeviren dostları
kendisine muhabbetle yöneldiler.
Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı afiyet haline dönüşünce,o
gece seher vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında;" Her gece seher vaktinde "Ey bizim hastamız nasılsın?"
diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi; "Ey sihhatli kulumuz nasılsın?" sesini duyamadım. Onun için
ağlıyorum." buyurdu.
Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda en olgun evladı olan Havmel'i
vâsi tâyin etti.Tehiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı.Yüzkırk sene ömür sürdükten sonra vefât etti.Bişr
isimli bir oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur.Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler
de vardır.Hazret-i Eyyûb'un kabri Şam'da Beseniyye denilen yerdedir.
Mucizeleri:
Eyyûb aleyhisselâm Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken
biçok mûcizeler gösterdi.Bunlardan bazıları şöyledir.
1.Eyyûb aleyhisselâmın duâsı
bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.
2.Eyyûb aleyhisselâm kavminin hâkimini îmâna
dâvet ettiği vakit o da;" Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mûcize olarak isterim." demişti.Hazret-i
Eyyûb duâ etti.Nihayet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı.Hâkim bu mûcizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.
3.
Eyyûb aleyhisselâmın duâsıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu. Eyyûb
aleyhisselâm güzel huylu,cömerd ve çok merhametliydi.Fakirlere,misafirlere,yetimlere çok yerdım ederdi.Bedenine,malına
ve evlâdına gelen musibetlere sabredip ilahî takdire rızâ gösterirdi.Bundan dolayı insanlık tarihinde,
"Eyyûb aleyhisselâmınsabrı gibi" darbımeseliyle anıldı.Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları
sebebiyle Kur'ân-ı kerîmde şöyle mehd ü senâ buyurdu:" Biz onu (belâlara) hakikaten sabırlı bulduk.O ne
güzel kuldu.Şüphe yok ki o tamamen Allah'a dönen (bir zât) idi." (Sâd sûresi:44) Eyyûb aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı
kerîmin En'âm,Nısâ,Sâd ve Enbiyâ sûrelerinde bilgi verilmiştir.
| Harun Aleyhisselam
| İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Hazret-i Mûsâ'nın ana-baba bir büyük kardeşidir. Babasının ismi, İmrân
bin Yasher'dir. Soy itibârıyla Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvi'ye dayanır. Mısır'da
doğdu. Mûsâ aleyhisselâmdan üç sene önce Tûr-i Sinâ'da vefât etti. Hârûn aleyhisselâm, isrâiloğulları üzerine
firavun'un ve Kıbtilerin zulüm ve baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu
ve gençliği Mısır'da geçti. Mûsâ aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildikten sonra, Hârûn aleyhisselâma
da peygamberlik emri bildirildi. Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Firavun'a gitmeleri, onu ve avânesini Allahü teâlâya imâna dâvet
etmeleri emredildi. Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Firavun'u ve adamlarını hak dine inanmaya dâvet
ettiler. Kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Mûsâ
ve Hârûn aleyhisselâmın dâvetini ve izahlarını kabul etmedi. İlk önce alay edip hakâret dolu sözler sarf
etti. Mûsâ aleyhisselâma inananlara ve İsrâiloğullarına korkunç zulümler yaptırdı. İsrâiloğulları
durumlarını Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâma bildirip duâ istediler. Allahü teâlâ, Firavun ve kavmine ikâz olarak musibetler
gönderdi. Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle İsrâiloğullarını Mısır'dan
çıkarıp, Kızıldeniz'den yürüyerek Sinâ Yarımadasına geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için
denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezâsı olarak, boğulup helâk oldular.
Mûsâ aleyhisselâm, kavmiyle berâber Tih sahrasındayken Allahü
teâlâdan gelen vahiyle Tevrât-ı şerif'i almak üzere Tûr Dağına gittiği sırada Hârûn aleyhisselâmı
yerine vekil bıraktı. Mûsâ aleyhisselâm Tûr Dağındayken, İsrâiloğulları Hârûn aleyhisselâmı
dinlemeyşp Sâmiri adında bir münâfığın hilelerine kapılarak, yaptıkları altın
buzağı heykeline taptılar. Hârûn aleyhisselâm kavminin bu câhilce ve azgınca hareketi karşısında
onlara nasihatlerde bulundu. Onları bu inanış ve hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı.
Onun nasihat ve uyarılarını bir kısmı kabul ettiyse de bir kısmı kabul etmedi. Hârûn aleyhisselâmı
tehdit ettiler. Hârûn aleyhisselâm, kendisine tâbi olan 12.000 kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya
onlarla sert bir şekilde mücâdele etmek istedi. Fakat Mûsâ aleyhisselâmın, ''İsrâiloğullarını
parçaladın, birbirinden ayırdın!'' diyeceğini düşünerek, bu işten vazgeçti. Mûsâ aleyhisselâmın
Tûr'dan dönmesini bekledi. Mûsâ aleyhisselâm, Tûr
Dağından dönüşünde kavminin altın buzağı heykeline taptığını görünce çok
üzüldü. Bu hâlin sebebini Hârûn aleyhisselâma sordu. Hârûn aleyhisselâm da İsrâiloğullarının kendisini
dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdit ettiklerini, Sâmiri adında bir münâfığa uyarak bu yola saptıklarını
bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm Sâmiri'ye bedduâ etti ve İsrâiloğullarının tövbe etmelerini bildirdi. İsrâiloğulları,
Mûsâ aleyhisselâmın dediklerini kabul ettiler ve tövbe ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Hârûn aleyhisselâm
da Mûsâ aleyhisselâmla birlikte gayret etti. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma kavmini toplayıp, Arz-ı Mev'ût denilen
bölgeye (Filistin ve Şam bölgesi) götürmesini ve puta tapan Amâlika kavmiyle harp etmesini emretti. İsrâiloğulları,
o beldelerde zâlim ve kuvvetli hükümdârların bulunduğunu ileri sürerek harbe gitmediler. Allahü teâlâ bu isyânları
sebebiyle İsrâiloğullarına kırk yıl müddetle Arz-ı Mev'ûd'a girmeyi haram kıldı. İsrâiloğulları
bu kırk sene içinde Tih sahrâsında şaşkın ve perişan şekilde dolaştılar. Bu sırada
Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ aleyhisselâmla birlikte İsrâiloğullarının sıkıntılarına
sabretti. Hârûn aleyhisselâm, İsrâiloğullarının nankörlükleri
üzerine, cenâb-ı Hakk'ın kendilerini Tih çölünde kalmaya mahkûm ettiği kırk senenin sonlarına doğru,
hazret-i Mûsâ'dan birkaç sene veya bir rivâyete göre üç sene evvel vefât etti. Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli
rivâyetler vardır. Hârûn aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerim'in Mâide, A'râf, Yûnus, Tâha, Furkan, Şuarâ,
Kasas, Saffât, sûrelerinde bilgi verilmektedir.
| Hızır Aleyhisselam
| Hızır aleyhisselam, velî veyâ peygamberdir.
Rûhu, darda kalana yardım eder.
İbrâhim
aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn
aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs
olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları
da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından olduğunu söylemiştir. Hızır lakabıyla
meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil
olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhâri'de bildirilen bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz; ''Hızır
(aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.''
buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp,
gariblere yardım etmektedir. Hızır
aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefât etti. Ancak Allahü teâlâ onun
rûhuna insan şeklinde görünmek ve kıyâmete kadar yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek,
yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özellikleri verdi. Bâzı âlimler ''nebi'' (peygamber),
bâzı âlimler de''veli'' dir dediler. Hızır aleyhisselâmda, yaşayan insanlarda görülen hâller bulunduğu
için yaşıyor zannedilmektedir. Hızır
aleyhisselâm, güzel ahlâk sahibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allahü teâlânın izni ile
kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bildirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünni ilme sâhipti. Hızır aleyhisselâm
Mûsâ aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur'ân-ı kerim'de Kehf sûresi 60 ve
80. âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını kıldıktan sonra
iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler. Resûlullah efendimiz; ''Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim
Hızır'dır. Sizi övüyor.'' buyurdu. Hızır aleyhisselâm bir çok zâtın tasavvufta yetişmesinde
rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselâmın tasavvufta yetiştirdiği en meşhûr
âlim ve velilerden biri Abdülhâlık Goncdüvâni hazretleridir. Hızır aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmla birlikte peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem)
vefâtında hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i beyt için sabır ve tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve
sabır tavsiye ettiklerini hazret-i Ebû Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.
| Hud Aleyhisselam
| Yemen'de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm'ın neslindendirç
Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur'ân-ı kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Yemen'de
Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan itibaren Allahü teâlâya
ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan hûd aleyhisselâm, gayet şefkâtli ve çok
cömertti. Nûh tûfânında sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen'de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti.
Âd'ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulunduları belde
bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem bağları diye meşhur
olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri,
boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddi güçlerinin çokluğuna bakarak azdılarve
doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve
çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddi imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakirleri
ve diğer kabileleri zulümleri altınta inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar,
çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Allahü teâlâ, Âd kavmine doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselâmı
onlara peygamber gönderdi. bu hususta Kur'ân-ı kerimde meâlen buyruldu ki: Âd kavmine kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselâm) onlara; ''Ey
kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek o'ndan başkası yoktur. Hâlâ o'nun azâbından korkmayacak
mısınız?'' dedi. (A'râf sûresi:65) Hûd aleyhisselâm kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ
vazifesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulüm ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya
şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hud aleyhisselâmı dinlemeyip, ona karşı
kaba ve inkârcı davrandılar. Hûd aleyhisselâm kavminin bu tutumu üzerine; ''Eğer doğru yola gelmezseniz,
haberiniz olsun, ben size tebliğ vazifemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?''
buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselâma; ''Mûcize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.'' dediler. Hûd
aleyhisselâm onlara; ''İstediğiniz mûcize nedir?'' diye sordu. Onlar da ''Rüzgârı istediğin tarafa çevir!''
dediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ; ''Ne tarafa istersen elinle işâret et!''^buyurdu. O da eliyle işâret
edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler.
Hûd aleyhisselâmın duâsı ile bu da oldu. Bu mûcizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak
koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. koyunların yünü ipek hâline
geldi. Âd kavmi, gösterilen mûcizelere rağmen inanmadılar. ''Sen bizi putlarımızdan ayırmak için
mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit azâbı getir de görelim!'' dediler. Hûd aleyhisselâm kavmini imâna
dâvete devâm etti. Pek az kimse imân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını
anlayan hûd aleyhisselâm: ''Yâ Rabbi! Sen herşeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara,
ders almalarına vesile olacak bir musibet ver?'' diue bedduâda bulundu. hûd aleyhisselâmın bedduâsını
kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musibetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar
kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya,
bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru
bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. tozdan göz
gözü göremiyordu. bu arada Hûd aleyhisselâm kavmini imâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselâmın
kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir: ''Ey
kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra o'na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek
yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek imândan
yüz çevirmeyin.'' (Hûd sûresi: 52) Hûd aleyhisselâmın bu son dâveti de onların aklını başlarına
getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselâma işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın
gelmekte olduğu Hûd aleyhisselâma bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselâm imân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken
ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselâm ''Hayır,
o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder.'' dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak
vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu. Fussilet sûresi
16. âyet-i kerimesinde, bu rüzgâr ''sarsar'' (kavurucu rüzgâr); azâb günleride ''eyyâm-ı nahisât'' olarak geçmektedir.
Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikte havaya fırlayarak paramparça
oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir
eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur'ân-ı kerimde meâlen şöyle bildirilmektedir: ''Nihâyet Hûd'u ve berâberindeki imân edenleri, rahmetimizle kurtardık
ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak imân etmemiş olanların kökünü kestik.'' (A'râf sûresi: 72) Hûd aleyhisselâm
ve ona imân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden
şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu. Hûd aleyhisselâm,
Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu
yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerif (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki
mescit) te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir.
Hûd
aleyhisselâm ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur'ân-ı kerimin A'râf, Hûd, Mü'minin,
Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir.
| İbrahim Aleyhisselam
| Kur'ân-ı kerîm'de ismi bildirilen peygamberlerden,ülülazm adı verilen
altı peygamberden biri olup, Keldânî kavmine gönderilmiştir. Peygamber efendimiz
Muhammed aleyhisselâmdan sonra peygamberlerin ve insanların en üstünüdür. Allahü teâlâ ona Halîlim (dostum)
buyurduğu için Halîlullah veya Halîlürrâhmân olarak bilinir. Babası mümin olan Târûh olup,annesi Emine'dir. İbrâhim
aleyhisselâm, peygamber efendimizin dedelerindendir. Çünkü, ilk oğlu İsmâil aleyhisselâm Arapların, ikinci
oğlu İshâk aleyhisselâm da İsrâiloğullarının ceddi yâni dedesidir. Keldâni memleketi olan Bâbil'in
doğu tarafında ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Yüz yetmiş beş yaşındayken
Kudüs'te vefât etti.
İbrâhim aleyhisselâma annesi Emîle veya Ûşâ hâmileyken, babası Târûh vefât etti.
Annesi,amcası olan Âzer ile evlendi.
Âzer üvey babası ve amcası olup putperestti. Geçimini put yapıp
satarak temin ederdi.
Tefsir âlimleri,En'âm sûresinin Âzer'in ismi geçen
14.âyetini tefsir ederken, Âzer'in hazret-i İbrâhim'in amcası ve üvey babası olduğunu açıkça belirtmişlerdir.
Zîrâ,Peygamberimizin baba ve dedeleri Âdem aleyhisselâmdan beri hep mümindi. Kur'ân-ı kerîm'de meâlen;" Sen,yani senin
nûrun,hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır." (Şu'arâ sûresi:219)
buyrulmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerîmeyi tefsir ederken, Peygamberimizin bütün ana ve babalarının,
mümin olduğunu anlamışlardır. Abdullah ibni Abbâs'ın bildirdiği hadîs-i şerîfte de: "Benim
dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ,beni temiz babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimin iki oğlu
olsaydı,ben bunların en hayırlısında,en iyisinde bulunurdum."buyuruldu.
Âyet-i
kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve binlerce İslâm kitâbında yazıldığı
üzere Peygamber efendimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi,
zamanlarının ve memleketlerinin en asîl, en şerefli,en güzel ve en temiz kimseleriydi. Hepsi de aziz ve muhteremdiler.
İbrâhim aleyhisselâmın babası Târûh da böylece mümin,yani inanmıştı. Kötü ahlâktan,âdî ve çirkin
sıfatlardan uzaktı.
Nûh aleyhisselâmdan çok sonra Bâbil'de hüküm süren, yıldızlara ve putlara tapan
Keldâni kavminin o devirdeki kralı olan Nemrûd, insanları kendine ve putlara taptırıyordu. Bir gece gördüğü
rüyâyı, mineccimler;"Doğacak bir erkek çocuğun yeni bir din getireceği ve onun saltanatını yıkacağı."
şeklinde tâbir edince, Nemrûd yeni doğan erkek çocukların öldürülmelerini ve hâmile kadınların hapsedilmelerini
emretti. O sırada hazret-i İbrâhim'e hâmile olan annesi, amcası Âzer'le evliydi. Görünüşte hâmileliği
belli olmadığı için fark edemediler, kocasına da; "Çocuk doğunca oğlan olursa, kendi elinle
Nemrûd'a teslim eder mükâfât alırsın" dedi. Annesi zamanı gelince de şehir dışında
bir mağarada doğum yaptı ve Âzer'e çocuğun doğup öldüğünü söyledi. Oğlunu mağarada
gizledi ve orada büyüttü. Yanına gittiğinde onu parmağını emerken bulur ve doymuş görürdü. Parmaklarından
süt ve bal gelirdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı göndererek bu gıdâları Cennet'ten parmaklarına
akıtırdı.
İbrâhim aleyhisselâm büyüyüp, mağaradan çıkınca, güneşe, aya, yıldızlara
ve kâinâta bakarak bunları yaratanın eşi ve benzeri olmayan bir yaratıcının olduğunu anladı.
Keldâni kavmine gelerek, taptıkları putların ve yıldızların ilâh olmadığını,
anlayabilecekleri açık delillerle anlattı. Bâbil halkı çocuk yaşta olan ve putlarına karşı
çıkan hazret-i İbrâhim'i üvey babası Âzer'e şikâyet ettiler. Âzer,İbrâhim aleyhisselâmı azarlayarak
bu işten vazgeçmesini istediyse de İbrâhim aleyhisselâm onun sözlerine hiç aldırmayıp; "Benden delil isteyin göstereyim.Bana hidâyet veren,doğru yolu gösteren Allahü teâlâ beni sizden ayırdı.
Sizin içinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı sevmiyorum." dedi.
Putlara tapmanın mânâsız olduğunu Âzer'e de söyledi. Âzer hiddetlenip
İbrâhim aleyhisselâmın yanından uzaklaşmasını istedi.
Genç yaştayken
Keldânî kavmine peygamber olarak gönderilen ve kendisine on sayfa kitap verilen İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın
emriyle büyük-küçük herkesi Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı. İnsanlara topluca ve açık bir tebliğde
bulunmayı, putların mânâsız ve âcizliğini, onlara tapmanın sapıklık olduğunu gâyet
açık bir şekilde göstermek istedi. O zaman Keldânî kavmi, bir gün bayram yapmak üzere bir yere toplandı. Onlar
gittiği zaman İbrâhim aleyhisselâmın üvey babası ve puthânenin bekçisi olan Âzer onu da bayram yerine
gitmeye zorladı. İbrâhim aleyhisselâm hasta olduğunu söyleyerek gitmedi. İnsanlar bayram yerinde toplandıkları
zaman, yetmiş kadar putun bulunduğu puthâneye girdi. Getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp
parça parça etti. Sadece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak,oradan uzaklaştı. Keldânî
kavmi bayramdan dönünce, puthâneye girip, putların kırılıp parça parça edildiğini görüp, şaşırdılar.
Bunu kim yaptı,diye bağırmaya başladılar. Bu işi, İbrâhim yapmıştır,diyerek
onu yakalayıp halkın önünde sorguladılar.
"Ey
İbrâhim! Putlarımızı sen mi kırdın?" deyince,
İbrâhim aleyhisselâm, bu işi olsa olsa; "Ben
varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar!" diyen şu iri put yapmıştır, demiştir. "Siz ona sorunuz."
deyince,
putperestler; "Putlar konuşmaz ki,sen bize ona sor diyorsun!" dediler.
Bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm; "O hâlde daha kendilerini
kırılmaktan kurtaramayan,size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ
akıllanmayacak mısınız? Size ve bu taptığınız putlara yazıklar olsun!" dedi. Putlarını İbrâhim aleyhisselâmın kırdığını
anlayan Keldânî kavmi,onu hapsettiler. Durumu da ılâhlık iddiâsında bulunan kralları Nemrûd'a bildirdiler.
Nemrûd,
İbrâhim aleyhisselâmı yanına getirmelerini emretti. İbrâhim aleyhisselâm Nemrûd'u Allahü teâlâya îmân
etmeye dâvet etti. Nemrûd,bunu reddettiği gibi, İbrâhim aleyhisselâmın kendisine secde etmesini istedi. Secde
etmeyince,hapsettirdi ve ateşte yakılmasını emretti. Günlerce yığılan odunlar ateşlendi.
Şiddetinden yanına yaklaşamadıkları ateşe hazret-i İbrâhim'i mancınıkla attılar.
Ateşe atılırken;"Hasbiyallah ve ni-mel vekil",yani "Bana Allah'ım
yetişir.O ne iyi vekildir,yardımcıdır." dedi. Ateşe düşerken Cebrâil aleyhisselâm gelip; "Bir dileğin var mı?diye sorunca; "Var,fakat sana değil, Rabbim beni görüyor,biliyor." dedi. Onun
bu hâli Kur'ân-ı kerîm'de övülüyor ve;"Sözünün eri olan İbrâhim." buyruluyor.Allahü teâlâ,Kur'ân-ı kerîm'de
meâlen ateşe; "Ey ateş! İbrâhim'e karşı serin ve selâmette ol!" (Enbiyâ sûresi:69) diye emretti.
Ateşin içi yemyeşil bir bahçe kesildi. Cebrâil aleyhisselâm da kendisine arkadaş oldu.Cennet'ten gömlek ve
yaygı getirdi ve onu Cennet nîmetleri ile doyurdu.Ateşte yedi gün kaldığı rivâyet edilir. Ateş
sönünce mûcizeyi gözleriyle görenlerden kardeşi Haran, amcasının kızı ve sonra hanımı olan
hazret-i Sâre ve bâzı kimseler îmân ettiler. İbrâhim aleyhisselâm ateşten kurtulduktan sonra Keldâni kavmini
bir müddet daha îmâna dâvet etti. Fakat zâlim Nemrûd ve putperest ahâli küfürlerinden vazgeçmediler. Allahü teâlâ,Nemrûd ve
kavmine sivrisinekleri musallat etti. Sinekler onların kanlarını emdiler ve kuru kemik hâline getirdiler. Sineklerden
birisi de Nemrûd'un burnundan girip beynine yerleşti. Uzun zaman azap ve ıztırap verdi. Hattâ başını
tokmakla döğdüre döğdüre öldü. Allahü teâlâ, tanrılık iddiâ eden Nemrûd'u en âciz mahlûklarından
birisi olan sivrisinekle cezalandırdı.
İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle
Bâbil'den Harrân'a (Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm,
hanımı Sâre Hâtun ve diğer inananlar da bulundular. Harrân'da bir müddet kaldıktan sonra, Şam'a,oradan
da Mısır'a gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk esnâsında kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâmın
Sedûm bölgesi ahâlisinde peygamber olarak vazîfelendirildiği bildirildi. Lût aleyhisselâmın Sedûm'a hareketinden
sonra, Mısır'a giden İbrâhim aleyhisselâm rivâyete göre bu sırada otuzsekiz yaşındaydı.
Mısır'a
gittiği sırada Sinan bin Ulvan adlı zâlim bir Firavun vardı. İbrâhim aleyhisselâm ve hanımı
hazret-i Sâre'nin Mısır'a geldiğini haber alan Firavun, zorbalık yaparak Sâre'yi almak istedi. Bu zâlim
hükümdâr hazret-i Sâre'yi sarayına çağırttı. Ona musallat olmak isteyince nefesi kesilip elleri ve ayakları
tutmaz hâle geldi. Bu hâline pişman olup,musallat olmaktan vaz geçti. Hazret-i Sâre'den, onun düştüğü fecî
hâlden kurtulması için duâ etmesini istedi. Hazret-i Sâre,hükümdârı bu kadın öldürdü, diye suçlanmasından
korktuğu için,duâ etti. Tekrar eski hâline dönen Firavun, Hacer adında bir câriyeyi hazret-i Sâre'ye hediye etti.
Bu hâdiseden sonra İbrâhim aleyhisselâm hanımı Sâre ve hediye edilen Hacer Hâtunla birlikte Mısır'dan
ayrılıp, Filistin'e gitti. Filistin topraklarında ıssız ve kupkuru bir yer olan Sebû'ya yerleşti.
Bir müddet burada kaldı. Zamanla çok mala kavuştu. Yarım milyonu sığır olmak üzere,davarları
vâdileri ve ovaları doldurdu. Çok zengin oldu. Sebû denilen yere sonradan gelip yerleşen insanların İbrâhim
aleyhisselâmı incitmeleri üzerine oradan ayrılıp, Şam tarafında Kıst adlı yere göçtü. Çok
cömert olan İbrâhim aleyhisselâm insanlara çok ikrâmlarda bulunurdu.
İbrâhim aleyhisselâm,çocuğu
olmadığı için hanımı hazret-i Sâre'nin isteği ve izniyle hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten
İsmâil aleyhisselâm doğdu. Muhammed aleyhisselâmın nûru hazret-i Hacer vâsıtasıyle İsmâil aleyhisselâma
intikâl ettiği için, hazret-i Sâre'nin kalbinde hazret-i Hacer'e karşı gayret hâsıl oldu. İbrâhim
aleyhisselâm,hazret-i Sâre'yi üzmemek için Allahü teâlânın emriyle hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'i (aleyhisselâm)
yanına alarak, o zamanlar ıssız ve susuz bir yer olan Mekke'ye götürdü. Onları oraya bırakıp,
Şam diyârına geri döndü. Hacer annemiz ve oğlu İsmâil aleyhisselâm oradayken, mübârek Zemzem suyu yerden
fışkırarak çıktı.
İbrâhim aleyhisselâm,
daha önce bir oğlum olursa, Allah yoluna kurban edeceğim,
diye adakta bulunmuştu. İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret
için Mekke'ye geldiği sırada, üç gün üst üste gördüğü bir rüyâ üzerine İsmâil aleyhisselâmı kurban
etmek istedi. Tam kurban etmek üzereyken, Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma rüyâsında sadâkat (bağlılık)
gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti. Böylece İsmâil aleyhisselâm, kurban edilmekten kurtuldu.
Allahü teâlâ, İbrâhim aleyhisselâma ihtiyar yaşında hazret-i Sâre'den İshâk isimli oğlunu ihsân etti.
İbrâhim aleyhisselâm bir kaç defa hazret-i Hacer'i ve oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret etti.
Bir
defâsında oğlu İsmâil ile birlikte Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı)
inşâ etti. Cennet yâkutlarından Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesiyle
alarak,Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken,şimdi Makâm-ı İbrâhim
denilen taşın üzerine bastı.Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm aracılığıyla
bildirdiği gibi, İsmâil aleyhisselâm ve Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı. İsmâil aleyhisselâmla haccın rükünlerini yerine getirdikten sonra,oğluna
Kâbe'ye bakmasına ve onu koruması için tenbihte bulundu. Şam'a gitmek istedi. Gitmeden önce Arafat'a çıkıp,İsmâil
aleyhisselâmın evlâdına duâ etti ve Şam'a döndü.Ertesi sene hac mevsiminde hanımı hazret-i Sâre ve
oğlu İshâk aleyhisselâmı da alarak Mekke'ye geldi. Hac ibâdetini yaptıktan sonra,birlikte Şam'a döndüler.
İbrâhim
aleyhisselâm,vefât etmeden önce oğlu hazret-i İsmâil'e şu vasiyette bulundu: "Ey oğlum!Alnında parlayan
bu nûr,son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bütün baba ve dedelerimizin vasiyeti, bu nûru iyi muhâfaza edip,ehline
teslim etmektir. Bu mübârek nûru iyi muhâfaza et.Nikâhlı, afîf ve temiz kadınlara teslim eyle.Evlâdına da böyle
vasiyette bulun."dedi.Yüz yetmiş beş yaşında hazret-i Hacer ve hazret-i Sâre'den sonra Kudüs'te vefât
etti. Kudüs civârında Habrun kasabasında bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba, İbrâhim aleyhisselâmın
Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine izâfeten Halîlurrahmân ismiyle meşhurdur. Hazret-i Lût,hazret-i İshâk
ve hazret-i Yâkûb ile pekçok peygamberin bu beldede bulunduğu rivâyet edilir.Müslüman hükümdârlar oradaki mescitleri
ve türbeleri kendi devirlerinde tâmir ettirmişlerdir. Halîlurrahmân'daki mescit ve türbeleri ise son olarak Osmanlı
Sultânı İkinci Abdülhâmid Han tâmir ettirmiştir.
İbrâhim aleyhisselâm ülülazm
peygamberlerin ikincisi olup, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra bütün peygamberlerden ve resûllerden üstündür.
İbrâhim aleyhisselâmdan sonra gelen bütün peygamberler onun neslindendir.
Allahü teâlâ hazret-i İbrâhim'i
ilâhî sırlara vâkıf kıldı ve onu,ateşe atıldığında nefsiyle, oğlu hazret-i
İsmâil'i Allah için kurban etmesini bildirip evlâdı ile malı ile imtihân etti.Malı ile imtihân edilmesi
şöyle olmuştur: O kadar zengindi ki,sadece sığırları yarım milyon olup, davarları,ovaları
ve vâdileri dolduruyordu. Cebrâil aleyhisselâm insan sûretinde gelip; "Ya İbrâhim,bu sürüler kimindir?" deyince; "Allah'ındır
fakat benim elimde emânettir. Allahü teâlâyı tesbih et,ismini an, onu zikret, bu sürülerin hepsi senin olsun." diyerek
bütün malını bağışladı. Cebrâil aleyhisselâm kendini tanıtınca,hazret-i İbrâhim;
"Ben Allah için bağışladığımı geri alamam." diyerek bütün malını satıp,
Allah yolunda sarf etti.
Hazret-i İbrâhim kendisine nâzil olan (indirilen) emir ve yasakları tamâmen halka
bildirdi.Allah'tan başka şeylere tapmanın bâtıl (geçersiz) olduğunu çok açık bir şekilde
anlattı. Şirke (Allah'a ortak koşma) yol açacak kapıların hepsini kapattı. Çocukluğundan ölümüne kadar hak din üzere olduğundan ve insanlara dîni bildirdiğinden dolayı,
onun milletine işâret için Kur'ân-ı kerîmde "Hanîfen" (hak din üzere bulunanlar) diye zikredilmiştir. Hazret-i
İbrâhim'in husûsiyetleri Kur'ân-ı kerîmde Nahl sûresi 120,121,122. âyetlerde bildirilmektedir. Misâfirperverliği
ve cömertliği dillerde dolaşırdı. Misâfir olmayınca yemek yemez, bir misâfir bulmak için uzaklara
giderdi. Bu vasfından dolayı ona Ebû'd-Düyûf (misâfirler babası) adı verilmişti. Kıblesi Kâbe
idi.Namaza durduğu zaman kalbinin coşması,hışırtısı çok uzaklardan duyulurdu.
İbrâhim Aleyhisselâmın Mûcizeleri
İbrâhim aleyhisselâmın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi.Nemrûd onu ateşe attığında
Allahü teâlâ; "Ey ateş! İbrâhim üzerine serin ve selâmet ol!" buyurunca ateş onu yakmadı.
Cansız
olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere konmuş olan kuşlar (dört kuş),
İbrâhim aleyhisselâmın çağırması üzere yeniden dirilmişlerdir.
İbrâhim aleyhisselâmın
mûcizesi ile taşlar kömür gibi yanmıştır. Rivâyete göre İbrâhim aleyhisselâm Şam tarafına
hicret ettiğinde çayırlık,çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiçbir şey bulamayan,
buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahâli, durumlarını İbrâhim
aleyhisselâma anlattı. İbrâhim aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mûcizeyi
gören pekçok kimse îmân etti.
Bâzan yırtıcı ve yabânî hayvanlar İbrâhim aleyhisselâmla beraber
giderler ve dile gelerek gâyet açık bir şekilde onunla konuşurlardı. Bir defâsında,hanımı
hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'le görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke'ye gitmişti.Şam'a
geri dönüşünde birçok yabânî hayvan, İbrâhim aleyhisselâm ile berâber yürüyüp,onunla açıkça konuştular.
İbrâhim aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da
görürdü. Bu mûcizesi Mısır'a gittiğinde zevcesi hazret-i Sâre'ye musallat olmak isteyen zamânın kralı
Firavun,hazret-i Sâre'yi sarayına alınca, İbrâhim aleyhisselâm dışardan içeriyi seyretmiştir.
Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde kaldırılmıştır. Böylece hazret-i
Sâre'ye el uzatmaya kalkışan Firavun'un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına
şait olmuştur.
İbrâhim aleyhisselâmın bastığı taşın üzerinden
ağaç bitip yeşermiştir.Bu istek dîne dâvet ettiği bir beldenin ahâlisinden gelmiş, duâsı
üzerine mûcizeyi göstermiştir.
İbrâhim aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular
yayılırdı. Ayrılsa bile,senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmâil de babasının
evine gelip gittiğini,onun kokusundan anlamıştı. İbrâhim aleyhisselâmın dîni:
İbrâhim aleyhisselâmın dîni,Hanîf dînidir.Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya
yönelen mânâsınadır. İbrâhim aleyhisselâm,Kaldânî kavminin taptığı putlara aslâ tapmayıp,onları
aşağılayıp,Allahü teâlâya ibâdet ettiği için, Hanîf denilmiştir Ayrıca,kendiside eğrilik
bulunmayan dosdoğru olan din mânâsında da Hanîf dîni denilmiştir. Peygamber efendimize peygamberlik bildirilmeden
önceki Arablardan birçok kimse Hanîf dînine mensuptu.
İbrâhim aleyhisselâma bildirilen Hanîf dîninin esaslarından
bâzıları şunlardır: Kimse kimsenin günâhını yüklenmez.Kimse başkasının günâhından
sorumlu olmaz. İnsanlar âhirette ancak ihlâsla işlediği sâlih amellerinin ve niyetlerinin faydasını
görürler.Her insanın hayır ve şerden ibâret olan ameli kıyâmet gününde mizânında görülecektir.İnsana
çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir.
| İdris Aleyhisselam | Kur'ân-ı kerim'de ismi geçen peygamberlerden. Şit
aleyhisselâmın torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh'tur. Kur'ân-ı kerim'de İdris diye
bidirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için ''Müselles bin-Ni'me'' (kendisine üç nimet
verilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet'tir. Bâbil'de veya
Mısır'da Münif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir. Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi.
Diri olarak göğe kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmdan ve Şit aleyhisselâmdan sonra insanlar madden ve
mânen bozuldular. İdris aleyhisselâm, içinde yaşamış olduğu, Kâbil'in evlâdından bir topluluğa
peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın
kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz sayfa (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselâm
dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti.İdris aleyhisselâm, kavmine kendisinden
sonra gelecek peygamberleri, Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan
Nûh tûfânını ve Âhir zaman peygamberi muhammed aleyhisselâmı bütün tafsilâtıyla anlattı. Peygamber
olduğunu ispat eden birçok mûcizeler gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı
geldi. Bunun üzerine İdris aleyhisselâm yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır'a hicret
etti. Kendisine imân edenlerle birlikte burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı
nasip etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dine dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti. İnsanlara
şehir kurmak sanatını ve idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü
Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet deöğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde
pekçok şehirler kurdu. İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pekçok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik)
dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ
ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını
ve hesâp ilmini öğretti. İdris aleyhisselâm kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş
dikmesini öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı
va zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere ulaşamazdı. Eski yunanlılar ve daha sonra gelen
filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdris aleyhisselâmın kitâbından aldılar.
İdris aleyhisselâm, uzun seneler insanları hak dine dâvet
etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre
gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm
meleği Azrâil aleyhisselâm, İdris aleyhisselâmı ziyârete geldi. İdris aleyhisselâm, Azrâil'e: ''Bir anlık
benim rûhumu al.'' dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselâma; ''Onun rûhunu al!'' diye vahyetti. Azrâil aleyhisselâm
rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdris aleyhisselâmın rûhunu tekrar iâde etti. İdris aleyhisselâm, Azrâil aleyhisselâma;
''Beni semâlara götür. Cennet'i ve Cehennem'i göreyim.'' dedi. Allahü teâlâ, Azrâil'e onu semâya götürmesini vahyetti. İdris
aleyhisselâma Cehennem gösterildi. Cennet'e götürüldü. Cennet'e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; ''Niçin çıkmıyorsun?''
diye sorulunca; ''Allahü teâlâ, ''Her nefis ölümü tadacaktır'' buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü
teâlâ, ''Herkes Cehennem'e uğrayacaktır'' buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, ''Onlar oradan (Cennet'ten)
çıkmayacaklardır.'' buyurdu. İşte ben bunun için Cennet'ten çıkmak istemem. dedi. Bunun üzerine Allahü
teâlâ, Azrâil'e vahyedip, İdris aleyhisselâmın Cennet'te kalmasını bildirdi.İdris aleyhisselâm böylece
Cennet'te kaldı. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Meryem sûresi 57. âyet-i kerimesinde meâlen; ''Biz onu yüksek
bir mekâna kaldırdık.'' buyrulmak suretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerimede bildirilen ''yüce
mekân'' dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı,
yâhut dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Buhâri ve Müslim'de bildirilen hadis-i şerifte, peygamberimiz
aleyhisselâm Mirâca çıktığı zaman, hazret-i İdris'i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir.
İdris aleyhisselâm diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına
dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli
heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı. İdris aleyhisselâm, ağaçların
yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bi adedil-evrâk) ''Ağaçların yaprakları
kadar'' diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini imâna dâvet ettiği zaman, yıldızların
heyeti, durumu ve diğer husûsi hâllerini açıklamasını istediler. İdris aleyhisselâm bunu geniş
olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için ''nücûm ilmi'' hazret-i İdris'ten kalmıştır,
dennir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazifesini, tesbihibi bilirdi. Havada uçup
giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar
ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Allah'ın İdris aleyhisselâma verdiği mûcizelerdir. İdris aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları
şunlardır: ''Akıllı kimsenin
rütbesi yükseldikçe, tevâzûsu (alçak gönüllülüğü) artar.'' ''Câhil, mertebesi yüksek olsa da, basiret ehlini hakir ve aşağı görür.'' ''Dostlar arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden
bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.'' ''İnsanda bulunan en faziletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey
sâlih ameldir.'' ''İyi hasletlerin en üstünü,
kızgınlık hâlinde doğruluk, sıkıntı hâlinde cömertlik cezâ vermeye gücü yettiği hâlde
affetmektir.'' Kur'ân-ı kerim'in Meryem, Enbiyâ
sûrelerinde İdris aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
| İlyas Aleyhisselam
| Beni İsrâil'e gönderilen peygamberlerden, Mûsâ aleyhisselâmın
dinini insanlara bildirmek için Allahü teâlâ tarafından vazifelendirildi. Hazret-i Mûsâ'dan sonra Beni İsrâil kavmine
gönderilen peygamberlerin hepsi Tevrât'ın hükümlerini unutan, yerine getirmeyen insanlara bunları bildirmek için
gönderildi. Beni İsrâil, o zaman Şam ve civârındaki dağınık küçük devletler hâlinde yaşıyordu.
Çünkü Yûşâ bin Nûn, Şam kıtasını fethedip, Beni İsrâil'e taksim etmişti. Bir kabiliye de
Baalbek ve etrâfını verdi. İlyâs aleyhisselâm Baalbek'in kabilesinde bulunuyordu. Beni İsrâil zamanla
yoldan çıkmış, aralarında fesat ve karışıklık başlamıştı. Tevrât'taki
Allahü teâlânın emirlerini unutmuşlar, putlara tapmaya başlamışlardı. İlyâs aleyhisselâm
peygamber olarak gönderildiği zaman, Ba'l adında 8-10 metre büyüklüğünde bir puta tapıyorlardı. Hazret-i
İlyâs; ''Ba'l'den vazgeçiniz ve her şeyin yaratıcısı olan Allah'a ibâdet ediniz.'' diye nasihat etti.
Fakat dinlemediler. Onları Allah'ın azâbı ile korkuttu ise de, beldelerinde çıkarttılar. Allahü teâlâ
da onlardan feyz ve bereketi kaldırdı. Yağmurlar kesildi, kıtlık başladı. Hayvanlar susuzluktan
öldü. Başlarına çeşitli belâlar geldi.
İlyâs
aleyhisselâm bu kıtlık yıllarında imânı gizlice halka anlatıyordu. Bütün evlerde kıtlık
varken, inananların evlerine, İlyâs aleyhisselâmın bir mûcizesi olarak, bolluk ve bereket gelmişti.Herkes
kokmuş leş yerken, bunların eviyiyecek doluydu. Baalbek hükümdârınınhazineleri doluydu. Fakat satın
alacak yiyecek bulamıyorlardı. Nihâyet hatâlarını anladılar ve hazret-i İlyâs'ı bularak
af dileyip imân ettiler. İlyâs aleyhisselâma, sen bize duâ et, dediler. Her ne söylerse ona tâbi olacaklarına söz
verdiler. Hazret-i İlyâs, Allahü teâlâ ya duâ etti. Belâ ve musibetin kalkmasını diledi. Allahü teâlâ hazret-i
İlyâs'ın duâsını kabul etti. O belde yeniden feyz ve berekete kavuştu. Bol bol yağmur yağdı.
Her taraf yeşerdi. Memlekette büyük bir ferahlık meydana geldi. İsrâiloğulları sonra hazret-i İlyâs'a:
''Senin duân ile kurtulduk. Ancak ekebileceğimiz tohum yok. Duâ et de tohum elde edelim.'' dediler. Hazret-i İlyâs
duâ etti. Allahü teâlâ tuz ekmelerini bildirdi. Tarlalara tohum yerine buz ektiler. Mûcize olarak yerde nohut yetişti.
İsrâiloğulları bu hâl üzere bir müddet hazret-i İlyâs'a tâbi oldular. Fakat hak yolda sebât etmeleri uzun
sürmedi. Yine nankörlük edip, doğru yoldan ayrıldılar. Bu durum üzerine hazret-i İlyâs, Allahü teâlânın
izni ile gitgide perişan oldular. Kur'ân-ı kerim'de Sâffât sûresinde bunların isyânları sebebiyle Cehennem'e
gidecekleri bildirilmektedir. Abdullah ibni Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre; hazret-i İlyâs Baalbek'ten çıkınca, ilâhi
emirleri bildirmek üzere dolaşırken yolu bir köye düştü. bu köydeki insanlara nasihat etti. Onları imâna
dâvet etti. Köylüler onu severek köylerinde bir müddet kalmasını istediler. O da kabul etti ve İsrâiloğullarından
ihtiyâr bir kadının evinde misâfir oldu. Bu kadının hasta bir oğlu vardı. Hastalığına
bir türlü şifâ bulamamıştı. İhtiyâr kadın oğlunun durumunu hazret-i İlyâs'a anlatarak
çocuğunun şifâ bulup bu dertten kurtulması için Allahü teâlâya duâ etmesini istedi. Hazret-i İlyâs, üzülme
şifâ Allahü teâlâdandır, dedi. Abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Hasta çocuğz şifâ vermesi
için Allahü teâlâya yalvardı. Allahü teâlâ duâsını kabul etti. Hasta çocuk iyileşti. Bu çocuğun adı
Elyesa idi. Şifâ bulduktan sonra hazret-i İlyâs'a imân etti. Yanından ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı
öğrendi. Hazret-i İlyâs'ın vefâtından sonra da İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi.
Kur'ân-ı kerim'in Sâffât ve En'âm sûrelerinde İlyâs aleyhisselâmla ilgili haberler vardır | İsa Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına gönderilen ve Kur'an-ı kerim'de ismi
bildirilen peygamberlerden.Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine Ülülazm denilen altı peygamberin
beşincisidir.Annesi hazret-i Meryem'dir.Allahü teâlâ onu babasız yarattı.Kudüs'te doğdu.Otuz yaşında
peygamber oldu.Kendisine İncil adlı kitab gönderildi.Otuzüç yaşında diri olarak göğe
kaldırıldı.Kıyâmete yakın yeryüzüne tekrar inecektir.
Îsâ aleyhisselâmın annesi Meryem Hâtun,Süleyman aleyhisselâmın neslinden sâlihâ ve temiz bir hanımdı.Hazret-i
Meryem,onbeş yaşına geldiği zaman,Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişanlanmıştı.Fakat
onunla evlenmeden Allahü teâlâ, hazret-i Meryem'e babazız olarak bir çocuk vereceğini müjdeledi.Hazret-i Meryem,Allahü
teâlânın emri ve kudretiyle Îsâ aleyhisselâma hâmile oldu. Bundan bir müddet sonra,normal olarak hâmilelik hâlleri görülmeye
başlandı.Bu hâlleri gören Îsrâiloğulları,dedikodu yapmaya başladılar.Çeşit çeşit iftirâda
bulunup akla gelmeyecek,ağıza alınmayacak şeyler söylediler.Bu dedikodulara tahammül edemeyen hazret-i
Meryem,Kudüs'ün 10km kadar güneyindeki sâkin bir kasaba olan Beyt-i Lahm'e çekildi.Her şeyin Allahü teâlânın takdîri
ve dilemesiyle olduğunu düşünerek,insanların kendi hakkındaki sözlerine sabretti.Îsâ aleyhisselâmın
doğumu yaklaştığı sırada,bulunduğu yerin bahçesinde yürürken kurumuş bir hurma ağacının
altına geldi.Doğum sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı.Yaslandığı
kuru hurma ağacı yeşillendi.Mevsim kış olduğu hâlde meyve verdi.Ayağının altında
küçük bir su kanalı akmaya başladı.Bu hâl,hazret-i Meryem'i tesellî etti.Bu sırada hazret-i Îsâ dünyâya
geldi.Îsâ aleyhisselâm doğduğu zaman,doğudaki ve batıdaki bütün putlar yıkılıp,yere döküldü.Şeytanlar
bu duruma şaştılar.Nihâyet büyükleri olan İblîs,onlara Îsâ aleyhisselâmın dünyaya geldiğini
haber verdi.O doğunca gökte büyük bir yıldız göründü.
Hazret-i Îsâ'nın doğduğunu öğrenen İsrâiloğulları,Beyt-i Lahm 'e geldiler.
Hazret-i Meryem'in kucağında yeni doğmuş çocuğu görünce; "Ey Meryem!Bu nedir? Gerçekten çok çirkin
bir iş yapmış olarak geldin.Sen pek genç,fakat kocası olmayan bir kız olduğun hâlde bu çocuğu
nereden aldın? Bu ne acâip ve ne şaşılacak bir hâldir?" dediler.Hezret-i Meryem,bütün söylenilenleri sabırla
dinledi.Hiç cevap vermedi.Ancak; "İşin hakîkatini size o haber versin.Siz onunla konuşun.Ondan sorup anlayın!"
mânâsına kundakta bulunan hazret-i Îsâ'yı işâret etti. Onlar kundakdaki çocuğun konuşamayacağını
söyleyince,kundakta bulunan hazret-i Îsâ elini kaldıraarak cevap verdi ve dedi ki: "Ey câhiller! Benim yüksek şânıma
taarruz etmeyiniz ve annemi ayıplamayınız.Muhakkak ki ben,Allahü teâlânın kuluyum. O,bana kitap verip,beni
peygamber kılacaktır.Her nerede olsam beni mübârek kıldı ve hayatta olduğum müddetçe namaz kılmamı
ve zekât vermemi emretti.Beni anneme hürmetkâr kıldı... Doğduğum günde,öleceğim günde ve diri olarak
kabrimden kaldırılacağım günde selâm benim üzerimedir." dedi.Hazret-i Îsâ'nın kundakta konuşmasına
hayret eden İsrâiloğulları,dillerini yutmuş gibi oldular.Hiçbir şey söyleyemediler.Buna rağmen
dedi-kodu yapmaktan,çeşit çeşit iftirâlarda bulunmaktanda geri durmadılar.
Roma imparatorunun Şam vâlisi,babazız doğduğu için ikisini öldürmek
istedi.Annesi onu alarak Mısır'a götürdü.Hazret-i Îsâ oniki yaşına gelinceye kadar Mısır'da
kaldılar.Sonra tekrar Kudüs'e gelerek Nâsıra şehrine yerleştiler.Otuz yaşına girince,Hak teâlâ
tarafından peygamber olduğu bildirildi.Peygamberlik emri bildirilince,hemen tebliğe başladı.İnsanların
Allahü teâlâya inanmalarını ve O'nun emirlerini yapıp yasaklarından sakınmalarını ve isyânda
bulunmamalarını istedi.İsrâiloğulları bu dâveti kabul etmediler.Îsâ aleyhisselâm inanmayanlara mûcizeler
gösterdi.Îsâ aleyhisselâm var gücüyle gayret göstermesine rağmen,pek az kişi inandı.İsrâiloğulları
ona îmân etmedikleri gibi,dâvetine karşı çıktılar ve günden güne hırçınlaştılar.Îsâ
aleyhisselâmın yumuşaklığını görerek inanmadılar.Hattâ daha da ileri giderek hazret-i Îsâ'yı
öldürmeye teşebbüs ettiler.Bunun üzerine hazret-i Îsâ, kendisine îmân edenler arasından seçtiği havârî adı
verilen oniki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine ve kendisine yardımcı olacaklarına dâir
söz aldı.
Yahûdîlerden bir topluluk Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattılar.Îsâ
aleyhisselâm bunu duyunca,onlar hakkında bedduâda bulundu.Allahü teâlâ bu duâyı kabul edip,hazret-i Îsâ'ya ve annesine
dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören Yahûdîler,hâdiseyi aralarında görüştüler.Hepsi hazret-i
Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar.Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar.Roma İmparatoru'nun
Kudüs Vâlisi Jones Pilot'u kandırıp,Îsâ aleyhisselâmın Roma İmparatorluğu aleyhinde bulunduğuna
ve Filistin'de yeni bir hükümek kurmaya çalıştığına inandırdılar.Hazret-i Îsâ,son defâ
olarak Havârileri ile bir gece gizlice sohbet etti ve onlara "Horoz ötmeden (yani sabah olmadan) sizin biriniz beni inkâr
edecek ve pek az paraya satacaktır." dedi.Hakikâten Yahuda isimli Havârî,sabah olmadan Yahûdîlerden bir miktar para alıp,hazret-i
Îsâ'nın yerini haber verdi.
Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için Yahûdîlerle berâber eve girince,Allahü
teâlâ Yehûdâ'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti.Yahûdîler de onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar ve haça (çarmıha)
gerip asarak öldürdüler.Allahü teâlâ,Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdı.Îsâ aleyhhisselâm bu sırada
otuzüç yaşındaydı.Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan kırk sene sonra,Romalılar
Kudüs'e hücum etti.Yahûdîlerin çoğunu öldürüp,bir kısmını esir ettiler.Şehri yağmaladılar.Kitaplarını
yaktılar.Îsâ aleyhisselâma yaptıklarının cezâsı olarak,hakîr ve zelîl oldular.Hiristiyanlar,Îsâ aleyhisselâmın
haça gerilip orada öldüğüne,fakat sonra dirilip göğe çıktığına inanırlar.Müslümanlar ise,Îsâ
aleyhisselâmın haça gerilmediğine doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına inanırlar.Bu
husus Kur'ân-ı kerîm'de Nisâ sûresi 158. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: "Onu asmadılar,onu
öldürmediler. Bilakis Allahü teâlâ onu katına yükseltti..."
Ayrıca hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:"Îsâ (aleyhisselâm) ölmemiştir.O
kıyâmetten önce size dönecektir.","Ben Meryem oğlu Îsâ'nın (aleyhisselâm) dünya
ve âhirette en yakınıyım.","Benimle Îsâ (aleyhisselâm)arasında başka bir peygamber
yoktur."Allahü teâlâ,Îsâ aleyhisselâmı 33 yaşında İdris aleyhisselâm gibi göğe
kaldırdı.İnsanları üç sene dîne dâvet etti.Vasiyeti üzerine Havârileri etrafa dağıldılar.Îsevîliği
insanlara anlatmaya başladılar.Bu hak dînin yayılması 80 sene sürdü.Sonra Hıristiyanlar sapıklığa
düştüler.İncil'i değiştirdiler.Nasıl ki Yahûdîler hazret-i Meryem ve hezret-i Îsâ'ya iftirâ
ettilerse,Hıristiyanlar da onun hakkında üç yanlış inanca saplandılar.Bir
kısmı,"Meryem oğlu Îsâ Allah'tır." dedi.Bazıları,"Allahın oğludur." dedi.Bir başka
grup da;"Baba,oğul ve rûhül-kudüs'ten biridir" dedi.Îsâ aleyhisselâm hiç evlenmemiş.Dünyâya
kıymet vermemiştir.Kıyâmete takın Şam'da Ümeyye Câmiinin minâresine inecek,evlenecek,çocukları
olacaktır.Hazret-i Mehdî ile buluşacak,40 sene yaşayıp,Medîne'de vefât edip,Peygamberimizin kebrinin bulunduğu
hücre-i saâdete defnedilecektir.İslâm dîninin hükümlerine tâbi olacak,ictihâd edecektir.Avrupa
kitaplarında Eflâtun'un mîlattan 347 sene önce öldüğü yazılıdır.Îsâaleyhisselâm gizli dünyâya gelip,dünyâda
az kalıp göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak oniki havârî bilip,Îsevîler az ve asırlarca
gizli yaşadıklarından mîlât,yâni noel gecesi doğru anlaşılmamıştır.Mîlâdın,birinci
kânunun (Aralık) yirmi beşinde veya ikinci kânunun (Ocak) altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı
gibi,bugünki mîlâdisenenin beş sene az olduğu çeşitli dillerdeki kitaplarda yazılıdır.O halde
mîlâdi sene doğru ve kat'î olmayıp,günü de senesi de şüpheli ve yanlıştır.İmâm-ı Rabbânî'nin
(kuddise sirruh) ve Burhan-ı Kâtı'nın bildirdiklerine göre,Yunan filozofu Eflatun (Platon) Îsâ
aleyhisselâm zamanında yaşamıştır.Buna göre mîlâdi takvim 300 seneden fazla olarak noksandır
ve Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman bin seneden az değildir.Îsâ
(aleyhisselâm) peygamberliği îcâbı mûcızeler gösterdi.
Mûcizeleri1.
Beşikteyken konuştu. 2.Ölüleri diriltirdi.Bilhassa dört ölüyü dirilttiği meşhurdur.Bunlar
Sam bin Nûh,Şeddad bin Âd,Mâsân bin Mâlân ve Beni İsrail'den bir çocuktur. 3.Anadan doğma
kör olanları sağlamlar gibi gödürür,bir cilt hastalığı olan baras illetini iyi ederdi.Eliyle hastaya
dokunguğunda iyi olurdu.Eliyle mesh etmek sûretiyle hastaları tedâvi ettiği için kendisine Îsâ-i Mesih dendi.(Mâide
sûresi:110) 4.Âl-i İmrân sûresi 49. âyetinde bildirildiği gibi kavminin yedikleri veya yemek
üzere sakladıkları şeyleri haber verdi. 5.Mâide sûresi 110. âyetinde bidirildiği
gibi çamurdan kuş yapıp üzerine üfleyince,Allahü teâlânın izniyle canlanıp kuş olurdu. 6.Mâide
sûresi 114. âyetinde bildirildiği üzere Havârîler,içinde yiyecek bulunan bir sofranın indirilmesini teklif ettiler.Hazret-i
Îsâ ellerini kaldırıp duâ edince,ekmeği ve eti bulunan bir sofra indi. 7.Îsâ aleyhisselâm
uykudayken yanında her konuşulanı ve yapılanı bilirdi. 8.Ne zaman istese ellerini
göğe kaldırıp duâ edınce o anda yemek ve meyveler önüne gelirdi. 9.Îsâ aleyhisselâm
Yahûdîlerden (Benî İsrâil) uzak olduğu hâlde sözlerini ve gizli hallerini bilirdi. Îsâ aleyhisselâmın
dîni; Îsevîlik:
Mûsâ aleyhisselâmın dîni,Îsâ aleyhisselâmın zamânına kadar devâm etti.Fakat,Îsâ
aleyhisselâm gelince,bunun dîni olan Îsevîlik Mûsâ aleyhisselâmın dînini nesh etti,yâni Tevrat'ın hükmü
kalmadı.Bundan sonra,Mûsâ aleyhisselâmın dînine uymak câiz olmayıp,tâ Muhammed aleyhisselâmın dîni gelinceye
kadar,Îsâ aleyhisselâmın dînine uymak lâzım oldu.Fakat,İsrâiloğullarının çoğu Îsâ aleyhisselâma
îmân etmeyip,Tevrat'a uymak için inâd etti.Yahûdîlik ile Îsevîlik böylece ayrıldı.
Yahûdîlerin ileri
gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük dğşmanlarından olan Paul,Îsevîliği kabul ettiğini,Îsâ aleyhisselâmın
kendisini,Yahûdî olmayan milletleri Îsevîlere dâvet için şâkirt (talebe) tâyin ettiği yalanını uydurdu.İsmini
Pavlos (Bolüs) olarak değiştirdi.Çok iyi bir Îsevî görünerek,Îsâ aleyhisselâmın dînini bozdu.Tevhidi (tek Allah
inancını),teslise (üç tanrı inancına= Baba-oğul-kutsal rûh);Îsevîliği Hıristiyanlığa
çevirdi.İncil'i değiştirdi.Îsâ Allah'ın oğludur,dedi...
Îsâ aleyhisselâmın
hikmetli sözlerinden bâzıları:
"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.Gözde bakışı,kalpte
şehveti büyütür.(İnsanı açgözlü doymez eder.) Yemin edeim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak),sâhibine
uzun süren sıkıntı bırakır.Dünyâdan geçmeye bakın.Tâmiri ile uğraşmayın." "Dünyâyı
isteyen deniz suyu içene benzer.Ne kadar içerse,harâreti o kadar artar ve nihâyet ölür." "Günâhlarını hatırladığı
zaman ağlayana,dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun." Allah katında
en sevgili şey,sâlih kalplerdir.Allahü teâlâ onların hürmetine dünyâyı yaşatır.Onlar bozulunca yeryüzünü
harâb eder." "Ağaçlar çoktur,ama hepsi meyve vermez.Meyveler çoktur ama,hepsi tatlı değildir.İlimler
çoktur ama hepsi faydalı olmaz." "Sağırı,dilsizi tedâvi ettim,ölüyü dirilttim.Fakat celh-i mürekkebin
(câhilliği ilim ve olgunluk sanak) ilâcını bulamadım.(Çünkü böyle kimse câhilliğini ilim ve kemâl
sanmaktadır)
Kur'ân-ı kerîm'in Bakara,Âl-i İmrân,Nisâ,Mâide,Tevbe,Meryem,Mü'münûn,.Zuhruf,Hadîd,Sâf
sûrelerinde Îsâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
| İshak Aleyhisselam | Şam ve Filistin ahâlisine gönderilen peygamberlerden. İbrâhim
aleyhisselâmın ikinci oğludur. Annesi hazret-i Sâre'dir. Büyük kardeşi İsmâil aleyhisselâmdan kaç yaş
küçük olduğu bilinmemektedir. İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd'un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil'den Hicret
ederek, kendisine inananlar ve hanımı Sâre Hâtun'la birlikte Mısır'a gitti. Oradan da Filistin ve Şam
diyârına döndü. Sâre Hâtun'un gençliğinde çocuğu olmamıştı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu
İsmâil aleyhisselâmı ve annesi Hâcer Hâtun'u Mekke'ye bıraktıktan sonra, Şam diyârına döndü.
Allahü teâlâ yaşlıyken Sâre Hâtun'a bir oğul ihsân edeceğini, Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla
müjdeledi. Sâre Hâtun, bu müjdeye sevindiği için oğluna İshâk ismi verildi. İshâk İbrânce ''güler''
mânâsına gelir. Allahü teâlânın Lût kavmini
azgınlıkları sebebiyle helâk ettiği sene doğdu. Şam diyârında büyüyünce, babası ve
annesi ile Mekke'ye gitti. Kâbe-i muazzamayı ziyâret edip, ağabeyi İsmâil aleyhisselâmla görüştü.
Üçü birlikte Filistin'e döndüler. Burada anne ve babasına hizmet etti. Her sene hac zamânında Mekke'ye gitti. Bir
rivâyette babasının sağlığında, başka bir rivâyette ise vefâtından sonra Şam
ve Filistin ahâlisine peygamber olarak gönderildi. İbrâhim aleyhisselâmın dininin hükümlerini yaymaya devâm etti.
Kavmine nasihat edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Altmış yaşındayken,
İys ve Yâkûb adında iki oğlu oldu. İys amcası İsmâil aleyhisselâmın kızıyla evlendi.
Babasının duâsı bereketiyle soyu bereketli olup, kısa zamanda çoğaldı. İshâk aleyhisselâmın
diğer oğlu Yâkûb aleyhisselâma da peygamberlik verildi. Oğul ve torunlarından peygamberler geldi. Bir
adı da İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın soyundan gelenlere sonradan ''İsrâiloğulları'' denildi. Ömrünün sonuna doğru gözlerinin görmesi zayıflayan İshâk
aleyhisselâm, 120 sene veya daha fazla yaşadıktan sonra, Filistin'de vefât etti. Filistin'de Halilürrahmân denilen
yerde baba ve annesinin de medfûn bulunduğu mağaraya defnedildi. Yüz ve şekil itibârıyla, ahlâk ve yaşayışta
babası hazret-i İbrâhim'e çok benzeyen İshâk aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerim'de ilim sâhibi olarak zikredildi. Mûcizeleri: 1- Hayvanlar açık bir lisanla peygamberliğine şehâdet ederlerdi.
2- Duâ etmesi üzerine dağın harekete geçmesi: İshâk
aleyhisselâm Kudüs'te insanları Allahü teâlâya imâna dâvet edince, insanlar; ''Eğer şu dağı harekete
geçirirsen, imân ederiz.'' dediler. İshâk aleyhisselâm duâ edince dağ sallanmaya başladı. Kudüs halkı
hep birlikte imân ettiler.
3-İshâk
aleyhisselâm merkebine binip bir dağa çıkmak isteyince merkebin ön ayakları kısalır, arka ayakları
uzardı. Dağdan aşağı inerken de tersi olurdu.
4- İshâk aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ ölmüş hayvanları
diriltirdi.
5-Şam ahâlisinin arzusu
üzerine yaptığı duâ neticesinde, eline sırtına koyduğu bir koyun, hemen kuzulamış
daha sonra ard arda dokuz defâ yavrulamıştır. Kur'ân-ı kerimin Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ ve İbrâhim sûrelerinde İshâk aleyhisselâmla ilgili
haberler verilmiştir.
| İsmail Aleyhisselam | Arabistan'da Cürhüm kabilesine gönderilen peygamber. İbrâhim
aleyhisselâmın büyük oğlu ve peygamberimizin (s.a.v) dedelerinden. Annesinin adı Hacer'dir. Hazret-i İbrâhim,
Nemrut'un ateşinden kurtulduktan sonra,Bâbil'den ayrılıp, Mısır'a gittiğinde hanımı
Sâre'ye Firavun musallat olmuştu. Fakat, Sâre'yi yaklaşmak istediğinde, ellerinin tutulup, nefesi kesilerek
sara hastalığına benzer bir hâle düştü. Bunu üzerine Firavun korkarak İbrâhim aleyhisselâm ve sâre'yi
bıraktı ve Hacer adlı bir câriyeyide hediye etti. İbrâhim aleyhisselâm, Firavu^'un korkarak câriye olarak
verdiği Hacer'i de alarak, Filistin'e döndü. Oradan Şam taraflarına gitti. Buradayken Sâre Hatunun isteği
üzerine hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten hazret-i İsmâil doğdu. Allah'ın emri ile Hacer'i, oğlu
il2 birlikte Kudüs'ten Hicaz'a götürdü. ve bugünkü Mekke şehrinin bulunduğu yere bırakıp geri döndü. Mekke'nin
üst tarafında bulunan Seniyye Mevkiine gelince, ellerini açarak onlar için duâ ettiği İbrâhin sûresi 37 ve
38. âyetlerinde bildirilmektedir.Bu ıssız ve çorak vâdide bir miktar hurma, bir dağarcık su ve oğlu
iki yaşındaki İsmâil ile yanlız kalan hazret-i Hacer, bu işin Allah'ın emri ile olduğunu
anlayıp tevekkülle sabretti; ''Allahü teâlâ bize kâfisir. O bizi korur, himâye eder. Bizi başıboş bırakmaz''
dedi. Semre ağacının dallarından yaptığı küçük barınakta kalıyorlardı. Yiyecekler
ve suları bitince hazret-i İsmâil susuzluktan ağlamaya başladı. Hazret-i Hacer su bulmak ümidi ile
Safâ Tepesine çıktı. Uçsuz bucaksız çölden ve ağaçsız çıplak tepelerden başka bir şey
göremedi. Safâ'dan inip koşarak Merve Tepesine çıktı. Safâ ve Merve Tepeleri arasında su bulmak ümidi
ile yedi defâ koşarak gidip deldi. Bu sırada İsmâil'in (aleyhisselâm) ayağını vurduğu veya
Cebrâil aleyhisselâmın vurduğu yerden su fışkırıp akmaya başladı. Hazret-i Hacer heyecanlandı
ve akan su ziyan olmasın diye ''Dur! Dur!'' mânâsına gelen ''Zem! Zem!'' diyerek suyun etrâfını çevirdi.
Sudan oğlu İsmâil'e (aleyhisselâm) içirdi ve kendisi de içti. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde ''Allah
İsmâil'in annesi Hacer'e rahmet etsin. O, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da avuçlamasaydı, muhakkak zemzem
akan bir ırmak olurdu.'' buyurmuştur.
Mekke'nin
yakınında konaklayan Cürhüm kabilesi zemzem suyunu görünce hazret-i Hacer'den izin alarak oraya yerleştiler
ve böylece Mekke şehri kuruldu. Bir müddet sonra hazret-i İbrâhim hanımını ve oğlunu ziyârete
geldiğinde onları bolluk ve bereket içinde buldu. Hazret-i İsmâil konuşmaya başlayınca hazret-i
İbrâhim üç gün üst üste gördüğü rüyâ üzerine onu kurbân etmeye karar verdi. Zilhicce ayının 9 ve 10. gügü
de aynı rüyâyı görünce sahih olduğunu anladı. Bir bahâneyle annesinden izin alarak kurban etmek için götürdü.
Şeytan, insan sûretinde annesi Hâcer'e hazret-i İsmâil'e ve hazret-i İbrâhim'e göründü ve onlara vesvese vermeye
çalıştı ise de dinlemediler. Hazret-i İsmâil, şeytanın arkasından yedi tâne taş attı.
Hazret-i İbrâhim, bugün Minâ denilen yere gelince, oğluna rüyâsını ve Allah'ın emrinin kendisini
kurbân etmek olduğunu açıkladı. Hazret-i İsmâil'i tevekkülle hazırladı. Yere yatırıp
bıçağı boynuna çaldı ise de bıçak, Allah'ın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı
kesti. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm Cennetten bir koç getirdi. Cebrâil aleyhisselâm makâmından ''Allahü ekber, Allahü
ekber'' diyerek geldi.Hazret-i İbrâhim bu tekbiri işitince; ''La ilâhe illallahü vallahü ekber'' dedi. Hazret-i
İsmâil de; ''Allahü ekber ve lillâhil hamd.'' diyerek tekbiri tamamladı. Hazret-i İbrâhim koçu kurban etti.
Onların bu hâli Kur'ân-ı kerimde anlatılmakta ve meâlen; ''Muhakkak ki bu açık bir imtihandı.'' buyrulmaktadır.
Hazret-i İbrâhim kurban hâdisesinden sonra Sâre'nin yanına döndü. Hazret-i İsmâil büyüyünce Cürhüm kabilesinden
bir kızla evlendi. Annesi hazret-i Hâcer de vefât etti ve Kâbe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazret-i İbrâhim
yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe'nin yapılmasını emredince baba oğul Kâbe'nin eski
temelini bulup yeniden inşâ ettiler ve şöyle duâ ettiler: ''Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul
et. Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.'' Hazret-i İsmâil, babası hazret-i İbrâhim'in vefâtından sonra, Yemen'den gelip Mekke'ye
yerleşmiş olan Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi. Kendisine başka kitap ve din verilmeyip, babası
İbrâhim aleyhisselâmın dinini insanlara tebliğ etti. İnsanları elli yıl imâna dâvet etti, ancak
pek az kimse imânla şereflendi. Filistin'e giderek hazret-i İbrâhim'in kabrini ziyâret etti. Sonra Şam'a gidip
kardeşi İshak aleyhisselâm ile görüştü. Hazret-i İsmâil'in 12 oğlu ve pekçok torunu oldu. Onun dini
İslâmiyet gönderilinceye kadar doğru olarak devâm etti. Muhammed aleyhisselâmın bütün dedeleri hazret-i İsmâil'in
soyundan ve onun dinindendi. Vefâtına yakın kardeşi İshâk'ı aleyhisselâm yanına dâvet edip,
kızını oğlu Iys'a nikâhladı ve bâzı vasiyetlerde bulundu. Mekke'de 133 veya 137 yaşlarındayken
vefât etti. Mescid'i Haramda Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hâcer'in kabrinin bulunduğu
Hatim denilen yere defnedildi. Mûcizeleri: 1-Dikenli bir arâzide
yaşayan müşriklerin teklifi üzerine duâ edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir.
2- Cürhümileri imâna dâvet ettiği zaman, onlar kısır
koyundan süt çıkarmasını istediler. O da elini koyunun sırtına koyarak; ''Beni peygamber olarak gönderen
Allahü teâlânın ismi ile...'' dediği anda koyunun memelerinden süt akmaya başladı.
3- İsmâil aleyhisselâmın duâsı bereketiyle koyunların
yünleri ipek oldu ve sayıları çoğaldı.
4-Kendisine misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir şey bulamayınca mahcub oldu. O anda
duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misâfirlerin hepsi imâna geldiler. Kur'ân-ı kerim'in, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En'âm, İbrâhim, Meryem,
Enbiyâ ve Sâd sûrelerinde İsmâil aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
| İşmoil Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.
Hârûn aleyhisselâmın neslinden olup, Mûsâ aleyhisselâmın dinini tebliğ etmiştir. İşmoil aleyhisselâm
peygamber olarak gönderilmeden önce, Mısır ve Kudüs arasındaki Bahri Rûm (Rum denizi) sâhillerinde yaşayan
Amâlikalılar, İsrâiloğullarına musallat olmuşlardı. Amâlikalılar, İsrâiloğullarına
saldırıp pekçok kimseyi öldürdüler, on binlercesini de esir aldılar. Mûsâ aleyhisselâmdan beri içerisinde Tevrât'ın
bulunduğu ve İsrâiloğulları için birlik ve berâberliğin sembolü olan Tâbût'u aldılar. Bilhassa
Tâbût'un gitmesine çok üzülen İsrâiloğulları dağılıp, perişan bir hâle düştüler. Kendilerine
bu durumdan kurtaracak bir peygamber göndermesi için duâ ettiler. Allahü teâlâ İşmoil aleyhisselâmı peygamber
gönderdi.
İsrâiloğullarına Tevrât'ın
emir ve yasaklarını tebliğ etti. İsrâiloğulları önce İşmoil aleyhisselâmı yalanladılar.
Sonra itâat ettiler. İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına Allahü teâlâ tarafından Tâlû'un hükümdar
tâyin edildiğini bildirdi. İsrâiloğulları Tâlût'un hükümdarlığını kabul etmedi. Nihâyet
çeşitli itirâzlardan sonra Tâlût'un hükümdarlığını kabul ettiler. İçerisinde Tevrât'ın
bulunduğu Tâbût'u Amâlikalılardan alıp, İsrâiloğullarına getiren Tâlût, İsrâiloğullarından
büyük bir ordu kurdu. Amâlikalılara karşı harbe hazırladı. İşmoil aleyhisselâm Amâlikalılara
karşı harbe giderken bir nehirden su içip içmemekle imtihân edileceklerini bildirdi. Bahsedilen nehre gelince, Tâlût'un
emrini dinlemeyip nehirden su içen İsrâiloğullarından bazıları imtihanı kaybedip perişan
ve sefil hâlde geri döndü. Aralarında Dâvûd adlı bir gencin de bulunduğu Tâlût'a itâat eden az sayıda
kimse nehri geçip Amâlika kavmine gâlip geldi. Amâlika kavmi hükümdarı Câlût'u, Dâvûd adlı genç öldürdü. Nihâyet
İsrâiloğulları düşmanlarına gâlip gelip kuvvetlendiler. İşmoil aleyhisselâm İsrâiloğullarına on bir sene peygamberlik yaptı.
Peygamberliğin 11. senesinden sonra Tâlût'u İsrâiloğullarına hükümdar tâyin edip elli iki yaşında
vefât etti.
| Lokman Aleyhisselam | Peygamber veya veli. Dâvud aleyhisselâmın zamânında, Arabistan'ın Umman
tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik
bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı.
Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu oldu daa rivâyet
edilmektedir. Fransız bilginlerinin, Calinos'un (Galen'in) bir adı da Lokman Hakim idi demeleri yanlıştır.
Çünkü Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâm zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır.
Lokman ismi Kur'ân-ı kerim'de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir.Bu sûrenin on
ikinci âyetinde meâlen; ''Biz Lokman'a hikmet verdik.'' buyrulmaktadır. Buradaki hikmet tâbirinin; akıl, anlayış,
ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek demek olduğu tefsir kitablarında yazılıdır. Lokman
Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur. Kur'ân-ı kerim'de
Lokman sûresi 3. âyet-i kerimede meâlen; ''Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum!
Allah'a ortak koşma, çünkü şirk çok büyük zulümdür.'' buyrulmaktadır. Lokman Hakim'e sen bu hâle nasıl geldin dediklerinde; ''Doğru sözlü olmak, emâneti
yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle.'' cevâbını verdi. İnsanlar ondan nasihat istediler,
o da şöyle nasihat etti: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle ameledilebilmesi için sekiz şeye dikkat etmek lazımdır.
Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir; Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin
evine girince de gözü korumaktır. İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman çıkarmamalıdır. Bunlar;
Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür. İki şeyi de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar
da; bir kimseye yapılan iyilik ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür.'' Lokman Hakim'in oğluna nasihatlarının
bir kısmı şöyledir:
''Ey
oğlum!
Dünyâ derin deniz gibidir.
Çok insanlar onda boğulmuştur. Geminin takvâ, yükün imân, hâlin tevekkül olsun, umulurki kurtulursun.'' ''Ey oğlum!
Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde,
toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme.''
''Ey oğlum!
Allahü teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin
faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni
de faydalandırır. Allahü teâlâyı ziktetmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.''
''Ey oğlum!
Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun.'' ''Ey oğlum!
Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma.''
''Ey oğlum!
İnsanlara iyilikleri emir ve nasihat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları
aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir.''
''Ey oğlum!
Yalandan
çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve
makâmını kaybedersin.'' ''Ey oğlum!
Kötü huydan, gönüldağınıklığından
sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın.İşini severek yap, sıkıntılara
katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.''
''Ey oğlum!
Hep
üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmektensakın. Kazâya râzı ol ve
Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.''
''Ey oğlum!
Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının
azı kalmış, çoğu geçmiştir.'' "Ey
oğlum!
Tövbeyi yarına bırakma,
çünkü ölüm ansızın gelip yakalar.''
''Ey oğlum!
Sükût
etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.''
''Ey oğlum!
Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını
onlara sor.''
''Ey oğlum!
Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren
Allahü teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır.'' ''Ey oğlum!
Amel ancak yakın (Allahü teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakini nisbetinde
amel eder. Amel noksanlığı, yakin noksanlığından gelir.''
''Ey oğlum!
Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.''
''Ey oğlum!
Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın
gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi
öldükten sonra da dirileceksin.'' ''Ey oğlum!
Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musibetle
karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması.''
''Ey oğlum!
Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü
konuşan günâhkar olur, diline hâkim olmayan pişmân olur.''
''Ey Oğlum!
Dünyâmalından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarfet, Sıkıntıya
düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekil de tembellik etme.'' ''Ey oğlum! Sakin kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin
de rabbimiz birdir.'' Lokman Hakim'in
oğlu: ''Babacığım, insanda hangi haslet daha iyiydir?'' diye sorunca; ''Temiz, hâlis din.'' buyurdu. Eğer
iki haslet olursa? ''Din ve mal'', üç haslet olursa? ''Din, mal ve hayâ.'' buyurdu. Dört haslet olursa? dedi. ''Din, mal,
hayâ ve güzel ahlâk.'' buyurdu. Beş haslet saymak icâbederse diye sorunca; ''Din, mal, hayâ güzel huy ve cömertlik.''
buyurdu. Altı haslet sayarsak deyince; ''Eu oğlum! Allahü teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse
mümin ve müttekidir. Allahü teâlâ katında veli ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır.'' buyurdu.
Oğlu: ''Babacığım, insandan en kötü haslet hangisidir?'' dedi. ''Allahü teâlâyı inkârdır'' buyurdu.
İki olursa dedi. ''İnkâr ve kibirdir.'' buyurdu. Üç olursa dedi. ''İnkâr, kibir ve şükür azlığı.''
buyurdu. Dört olursa dedi. ''İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik.'' buyurdu. Beş olursa diye
sorunca; ''İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk.'' buyurdu. Altı olursa deyince;
''Ey oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakidir ve Allahü teâlâdan uzaktır.''
buyurdu. Hafs bin Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman
Hakim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasihat etmeye başladı. Her bir nasihatte bir hardal
tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; Ey oğlum! Sana o kadar nasihat ettim ki, şâyet
bu nasihatler bir dağa verilseydi, dağ yarılır, parça parça olurdu'' buyurdu. Oğlu da bu nasihatleri
tuttu.
| Lut Aleyhisselam | Kur'ân-ı kerim'de ismi
bildirilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğludur. İbrâhim aleyhisselâm ve ona
inananlarla birlikte Nemrûd'un memleketinden hicret edip Şam'a geldikten sonra, Lût gölü yakınındaki Sedûm
şehri halkına peygamber gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dinini tebliğ etti.
İbrâhim aleyhisselâmla birlikte Bâbil'den hicret edip, Şam diyârına geldikleri zaman Cebrâil aleyhisselâm gelerek
Lût gölü civÂrındaki Sedûm bölgesi ahâlisine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. İbrâhim aleyhisselâmdab
ayrılarak Sedûm bölgesine gitti. Bu bölgede ahlâksız ve sapık bir millet türemişti. Putlara tapıyorlar,
soygun yapıyorlar, zayıfları eziyorlardı. İğrenç olan livata (homoseksüellik; bugün tedâvisi
mümkün olmayan AIDS hastalığına sebep olan cinsi sapıklık) yapıyorlardı. Lût aleyhisselâm
onları çirkin işlerden menedip, doğru yola dâvet etti. Bu husus Kur'ân-ı kerimde Şuarâ sûresi 161-
164. âyetlerde meâlen şöyle bildirilmektedir.: ''Kardeşleri Lût onlara: Allah'a karşı gelmekten sakınmaz
mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emin, güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun
ve bana itâat edin! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine âittir, dedi.''
Sedum halkı hazret-i Lût'un dâvetine uymadılar. İsyân edenler arasında kendi hanımı da vardı.
O da kocası hazret-i Lût'a inanmamıştı. Kâfirlerle bir olup, ona ihânet etmişti. Bu azgın ve
cinsi sapıklıkla uğraşan kavim, imân etmedikleri gibi hazret-i Lût'u ve ona inananları memleketlerinde
kovmaya kalkıştılar. Lût aleyhisselâm bu kavme nasihat edip, doğru yola dönmezlerse Allahü teâlânın
azâbına uğrayacaklarını bildirdi. Buna rağmen isyândan ve fuhuştan vazgeçmediler. Hattâ hazret-i
Lût'a ''Doğru sözlü isen bahsettiğin azâbı getir de görelim'' dediler. Sapık kavmin isyânının
gittikçe artması üzerine Allahü teâlâ onları cezâlandırmak için melekler görevlendirdi. Bu melekler Cebrâil,
Mikâil, Azrâil aleyhisselâm bir rivâyete göre de Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte on iki melekti. Melekler önce İbrâhim
aleyhisselâma uğrayıp, kendisine bir oğlan evlâdı (hazret-i İshâk) verileceğini müjdelediler
ve azgın Sedum halkını helâk etmek üzere geldiklerini söyleyip ayrıldılar. Öğle veya akşam
vakti Sedum beldesine gidip hazret-i Lût'u buldular. Melekler nûr yüzlü genç delikanlı sûretinde hazret-i Lût'un
evine gelince hazret-i Lût'un isyankâr hanımı, durumu azgın Sedum halkına bildirdi. Azgın Sedum halkı
hazret-i Lût'un evinin etrâfını sarıp misâfirlerini bize teslim et diyerek musallat olmaya kalkıştılar.
Hazret-i Lût onlara nasihat ettiyse de dinlemeyip kapıyı zorladılar. Bunun üzerine melekler: ''Ey Lût! Gerçekten
biz Rabbinin elçileriyiz. Kalbini onlardan gelecek bir korku ve zarar ile meşgul etme. Onlar sana aslâ dokunamazlar.
Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık git veiçimizden hiçbiri
geri kalmasın, ancak hanımın hâriç, çünkü kavmine isâbet edecek azâb ona da gelecektir. Onların helâk
zamânı sabah vaktidir.'' Azgın kavim içeri
girmek için kapıyı kırınca Cebrâil aleyhisselâm; ''Ey Lût kapıyı aç ve geriye çekil gelsinler
dedi. Lût aleyhisselâm kapıyı açıp geri çekildi. Cebrâil aleyhisselâm kanadını önlerine gerdi ve
içeriye hücum eden azgınların gözleri âniden kör oldu, bunun üzerine şaşkın şaşkın
kaçışmaya başladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Kamer sûresi 44. âyette meâlen şöyle bildirilmektedir:
''Lût'tan kavmi, misâfir melekleri istediler! Hemen biz onların gözlerini kör ettik. (Anadan doğma gibi kör oldular)
işte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik.'' Lût aleyhisselâm kendine tâbi olanlarla geceleyin
Sedum beldesinden ayrılıp Sa'r şehrine gitti. Cebrâil aleyhisselâm Sedum beldesini kanadıyla alt üst etti.
Üzerlerine şiddetli taş yağmaya başladı, nihâyet hepsi helâk olup gitti. Bu hususta Kur'ân-ı
kerim'in Kamer sûresi 38. âyet-i kerimesinde meâlen; ''Celâlim hakkı için, bir sabah vakti devamlı bir azâb onları
bastırıverdi.'' Ve Hicr sûresi 73- 74- 75. âyetlerde de; ''Nihâyet onları güneşin doğma vaktinde
korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş
taş yağdırdık. Elbette bunda keskin anlayışlar için ibret alâmetleri var.'' buyrulmaktadır.
Lût'un aleyhisselâm kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar Kur'ân-ı kerimde alt-üst
olan memleket mânâsına gelen ''El-mü'tefikât'' şeklinde zikredilmiştir. Sedum beldesi alt-üst olduktan sonra
kaynarsular fışkırıp göl hâline geldi. Bu gün bu bölge, Lût Gölü adıyla anılmaktadır. Yahûdi
kaynaklarında ise bu belde (sodom) ismiyle geçmektedir. Lût aleyhisselâm, kavminin helâkınden sonra, Şam bölgesine
gidip, amcası İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicâz'a gidip, seksen yaşında
iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim aleyhisselâmın kabrinin de bulunduğu Filistin'deki Halilürrahmân'da
veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu rivâyet edilir. Kur'ân-ı kerim'de
yirmi yedi âyette Lût aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. Mûcizeleri: 1-Bulutsuz yağmur
yağdırmıştır. Kavmini doğru yola dâvet ettiği vakit, mûcize olarak bulutsuz yağmur
yağdırmasını istediler. Duâsı kabul olunup, elleriyle göğe işâret etmesi vahyedildi. Göğe
işâret edince yağmur yağmaya başladı.
2-Duâsı bereketiyle otsuz bir dağda ot bitmiştir. Kavmi Lût aleyhisselâmın koyunlarını
otsuz bir dağa toplayıp başka yere salmadılar. Hayvanlar açlıktan telef olmaya başlamıştı.
Hazret-i Lût kuruyan dağda ot bitmesi için duâ etti ve yemyeşil otlar bitti. Azgın kavmin koyunları o
dağdan otlasa hemen ölürdü. Bu mûcizesi ile kırk kişi imân etmiştir.
3- Taşlar, çakıllar ve kum tâneleri, Lût aleyhisselâm ile konuşmuşlardır.
Kavminin isyânı üzerine taş parçaları dile gelip, ''Kavminin imân etmiyeceği sizce muhakkak ise cenâb-ı
Hakk'a duâ et, onları yakmak için bizi ateş eylesin.'' dediler.
4-Kavmi, ona eziyet vermek için üzerine ufak taşlar atardı. Allahü teâlânın koruması
ile hiçbiri ona dokunmazdı.
5- Üzerine
yattığı taşlar döşek gibi yumuşak olmuştur. Kavmi, kendisini öldürmek için karar verince
ilâhi emre uyarak onlardan uzaklaşıp bir dağa gitti. Çok yorulduğundan bir yerde uyuyup kalmıştı.
Peşinden gelen yedi kişi, onu gördüklerinde sırt üstü yatmış, altında bulunan taşlar döşek
gibi yumuşayıp çukurlaşmıştı. Onu tâkip eden yedi kişi bu hâli görünce imân etmiştir.
6-Lût aleyhisselâm çok uzak yerlerde olan şeyleri görüp haber
verirdi. Çocuğu kaybolan biri gelip, nerede olduğunu sorunca duâ etti. Allahü teâlâ da ona bildirdi. O da, çocuğun
olduğu yeri söyledi. Ahmed bin Hanbel ve ibn-i Mâce'nin bildirdikleri
hadis-ü şeriflerde, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Lût kavmi hakkında buyurdu ki: On şey
vardır ki Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi
katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe münâsebet), fındık gibi taşları sapanla atmak, güvercinle (kumar)
oynamak, def çalmak, (kadınlar için düğünlerde ruhsat vardır) içki içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden
fazla) bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, (erkekler için) ipek gömlek giymek bir tâne de ümmetim
ilâve eder ki; o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır. Lû kavminin işini (livâta) yapan mel'undur.
Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.
| Musa Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde
üstünlükleri olan ve kendilerine ''ulü'l-azm'' denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu
için, ''Kelimullah'' denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn
aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya
Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı.
Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı. Mısır'ın
eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret
gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı.
Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü muâmelelerinden ve
firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski
yurtları olan Ken,ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına
izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen
krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında
binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında
bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında
kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun
bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtileri
yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan
kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen
helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir
idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından
doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının
sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı.
Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti.
Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle
ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver,
boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini
peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)
Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp
giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı
görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden
sevip;''Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi. Onu emzirmek için
pekçok süt analar getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına
alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini
söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; ''Size
bu çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?'' dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın
annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt
anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip
büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük
kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga
ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere
düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan
ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve
Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı.
Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi
Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca
bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği
bildirilmektedir: ''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan
çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.'' (Kasas sûresi: 32-33) Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn
aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını
serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ
aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı.
Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp
kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe dil
mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği
bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini
dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; ''Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın
ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et.'' diyerek
ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı
kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki
ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler.
Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik
bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören
sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler.
Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ
aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de
şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli
belâlar verdi. önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını,
çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya
gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına
devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmine
gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın
gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine
izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp
Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp,
peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi arkalarında
düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâma meâlen: ''Asân ile denize vur.'' (Şuarâ sûresi:63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını
denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş
ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya
geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol
kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken ''inandım''
demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen
şöyle buyurulmaktadır: ''İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık
ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının
iman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.''
dedi.'' (Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla
şöyle hitap buyurdu: ''Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.''
(Yûnus sûresi:91) ''Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere
bir ibret olsun. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.''
(Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında
bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak,
senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.'' Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz
kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne
kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette
Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten
sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar.
Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları
onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; ''Yâ Mûsâ! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler.
Hazret-i Mûsâ onlara; ''Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya iman ediniz,
şirkten ve putlardan kaçınız.'' diye nasihat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini
vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u (aleyhisselâm)
yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet
etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil
oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki
altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur
diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm
her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce,
bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı.
Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı
gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir
hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; ''Nasihat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.''
dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları
da Tevrât'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler.Şirkten kurtulup,
Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada
Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli
isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına
su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp
İsrâiloğulları içtiler. Allahü teâlâ
onlara''Selva'' denilen bıldırcın eti ve ''men'' denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; ''Biz bunları
yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz'' dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan
İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri
isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; ''Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.''
dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu
için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri
için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla cazâlandırdı. Kırk sens
müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan
hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve
savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını
alıp, Lût gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın
ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin
karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi
yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini nerede
olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir.
Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti.
İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular.
İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir
fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri:
1-Asâsının
ejderhâ (büyük yılan) olması.
2-Yed-i Beydâ: Sağ
elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.
3-Kavmiyle
Kızıldeniz'in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması.
4-Tih
sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in
kabileleri adedince, on iki pınar akıtması.
5-Firavun ve KIbti kavmi İsrâiloğullarına
zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini
vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse
evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu..
Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının
evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman
edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.
6-Kıbti
kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına
uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere
musallat olmuştur.
7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın
mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması. 8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti
kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden
vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli
belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler
ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri
üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı
takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi.
9-Kan
belâsı. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı.
Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı.
10-İsrâiloğullarından
biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini
öldüreni haber vermiştir.
11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin
yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz,
dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi.
Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.
12-Hazret-i Mûsâ'nın duâsı ile kuraklıktan
kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.
13-
Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların
hâllerini haber vermiştir.
14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın
olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte
tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.
15-Yolculukta
hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.
| Nuh Aleyhisselam | İdris aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah korkusundan
dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen ''Nuh'' denilmiştir.İdris
aleyhisselâm insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke kaldırıldı.
Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık
acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar
ve çeşitli heykeller yaputperestpıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında lik meydana çıktı.
İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık
gibi kötülükler artıp yayıldı. Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda
bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk
ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden
de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında
yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselâm,ömrünü sonuna kadar insanları Allahü teâlâya
iman etmeye, o'nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden
önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı.
Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur'ân-ı kerimde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış
bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur'ân-ı kerimde meâlen; ''Muhakkak ki biz, Nuh'u (aleyhisselâm) kavmine resûl olarak
gönderdik'' (A'râf sûresi:59) buyrulmaktadır.
Nuh
aleyhisselâm kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden
vazgeçip, Allahü teâlâya iman edip, o'nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış
ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh
aleyhisselâm onlara nasihat ederek: ''Ben size doğru yolu göstermek,zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için
Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vazgeçip bir olan Allah'a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını
bildiriyordum'' dedi.Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakla ve sapıklıklarıda ısrar ediyordu.
Çok az kimse imân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselâm tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan
devamlı sûrette Allah'a imân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını
bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselâmı kendilerine doğruyu, hakkı
anlatırken dinlememek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir tarafdan da ona inananlara
zulüm ve işkence yapıyorlardı. Hazret-i Nuh'un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde
ondan bahsediliyordu. O'na imân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha
artırıyorlardı. Nuh aleyhisselâm gittikçe azan kavmine ''Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta
tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz
ve zulmediyorsunuz. Allah'tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.'' diyordu. Yılar sürüp gidiyor,
Nuh aleyhisselâm ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse imân etmişti. Diğer
insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil,
esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan
el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselâm böylesine düşmüş olan insanlara acıyor, şefkat ve sabırla
onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i
Nuh'u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı.
Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ
onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları
bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler. Onların bu
hâli karşısında Nuh aleyhisselâm; ''Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız
sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah'a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap
etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın
bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar
ihsan ederek şmdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra
diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek.'' diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp
onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi. Nuh aleyhisselâm ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakla
israr eden azgın millet; ''Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarla davrandın. Bu
işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru
isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun.'' diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini
hiç kabul etmedikleri, Kur'ân-ı kerim'de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir. Nûh aleyhisselâm kavminin bu
tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazifesini devâm ettiği hâlde, onların bir türlü
imâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle duâ ettiği Kur'ân-ı kerim'de bildirilmektedir:
''Nuh (aleyhisselâm) dedi ki: ''Ey Rabbim! yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfir bırakma! Eğer sen onları bırakırsan,
kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz.
Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! beni, anamı, babamı, mümin olarak
evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise
ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.'' (Nuh sûresi:26-28) ve ''(Nuh aleyhisselâm duâ edip) dedi ki: Yâ Rabbi!
Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni
ve berâberimdeki müminleri kurtar.'' (Şuarâ sûresi:117-118) Nuh aleyhisselâmın bu duâsı üzerine, Kur'ân-ı
kerimde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir: ''Nuh'a vahy olundu ki; kavminden daha
önce imân etmiş olanların dışında hiç kimse imân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları
için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında
ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana duâ etme. Zirâ
onlar (suda) boğulacaklardır.'' (Hûd sûresi:36-37) Nuh aleyhisselâm kendisine gönderilen vahiy üzer,ne hemen bir
gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine yardımcı
oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselâm ve imân eden müminler de geminin yapılmasında
çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; ''Şimdi de marangozluğa mı başladın?''
diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; ''Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini
ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz.'' diyordu. Nuh aleyhisselâm, yüzyılar boyu insanları Allahü
teâlâya imân etmeye çağırdığı hâlde insanların imân etmemeleri sebebiyle helâk olmalarının
yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. ''Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için
Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve
tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz,
dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum.
Siz bilmiyorsunuz ama, Allah'ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime
inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, imân edenlerin binip kurtuluşa ereceği
gemidir. Allah'a imân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen imân etsin ve benimle yolcu olsun.
Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.'' Nuh
aleyhisselâmın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; ''Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri
söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da
söylediklerine de inanmıyoruz.'' dediler. Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i
Nuh'un yaptığı ve üç katlı olduğı rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp
hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur'ân-ı kerim'de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40
âyet-i kerimesinde meâlen buyruldu ki: ''Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun
(fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı)
zaman biz Nuh'a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi
birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkında bir de imân edenleri
gemiye yükle. zâten Nuh'a imân edenler pek az idi.'' Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın
ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler.
Nitekim Kur'ân-ı kerim'de meâlen buyruldu ki: ''Nuh (aleyhisselâm) gemiye bineceklere; ''Allahü teâlânın ismiyle
girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mâğfiret edici
ve merhametiyle tufân belâsından kurtaracıdır.'' dedi.'' (Hûd sûresi:41) Yine Kur'ân-ı kerim'de meâlen
buyruldu ki: ''Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; ''Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah'a hamd
olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın.'' de.'' (Mü'minin sûresi28-29)
Nuh aleyhisselâm her hayvandan birer çift alıp, imân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli
bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu.
Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselâm inanmayan
putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur'ân-ı kerim'de kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir.
Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselâm imân etmeyen oğlu Yâm'a (Kenan), imân edip gemiye binmesini
söyledi ise de oğlu; ''Dağa çıkar sudan kurtulurum.'' deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu.
Boğulanlar arasında hazret-i Nuhûn hanımı da vardı. O da imân etmemişti. Tûfan altı
ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut.'' (Hûd sûresi 44)
emriyle yağmur kesilip sular çekildi. Nuh aleyhisselâmın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günü
Irak'ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselâmın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan
Nuh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselâm bin yaşında vefât etti. Nuh aleyhisselâmın Sâm adlı
oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer
oğlu Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya'ya, Avrupa'ya,
Okyanusya'ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika'ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar. Nuh aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerim'de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerimede
ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı kerim'deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselâmdan
bahsedilmektedir. Ülü'lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte
ve münâcaatta bulunup, ilâhi feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselâm hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde
buyurdu ki: ''Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselâm) Nuh'a (aleyhisselâm) geldiğinde dedi ki: ''Ey Nuh ey peygamberlerin
en büyüğü (en yaşlısı), ey uzun ömürlü ve ey duâsı kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?''
Nuh (aleyhisselâm) dedi ki: ''Şüyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış
da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.'' Mûcizeleri: 1-Nuh aleyhisselâmın kavminden bir fırka gelip,
oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı
gönderip, ''Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.'' buyurdu. Nuh aleyhisselâm da buyrulduğu gibi yapıp
eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi imân
etti.
2-Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp
haber verirdi.
3-Susuz yerlerden su çıkarırdı.
4- İşâretiyle ağaçlar
kökünden sökülüp başka yere geçerdi.
5- Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.
6-
Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.
7- Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla
yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cûdi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için
yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum yitecek hâline geldi ve bunu yediler.
8-İmân ederek
gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak
arttılar.
9-Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.
| Salih Aleyhisselam | Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu batından torunudur.
Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp,
helâk olmuştu. İmân ettikleri için bu azabtan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli
bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır.
Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeble ''Eshâb-ül-Hicr'' de
denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabileden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar,
bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara
köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselâm
tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabile reislerinin de
zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan
putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü
teâlâya imân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular. Sâlih aleyhisselâm, bu kavim
arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen
bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek
üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselâm kavmini imâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün
kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; ''Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim.
Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin.'' diyerek dâvetini açıkladı.Sâlih aleyhisselâmın bu dâveti karşısında
pek az kimse imân etti. Kavmin çoğunluğu imân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden
geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselâma; ''Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey
değilsin!'' diyorlar, onu, ''büyülenmiş, yalancı'' sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselâm ise kavmini imâna
davet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu: Ey
Semûd kavmi! Sizin içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerde, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla,
güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebdi olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz?
Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhibleri
kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin kendilerini burada ebedi kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi
ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer
birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a
isyân ettirenler, ilâhi azâbtan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.''
Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır
bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu.
Sâlih aleyhisselâma kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: ''Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza,
çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.'' dediler. Sâlih aleyhisselâm bir müddet
onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları imâna dâvet etti. Semûd kavmi,
Sâlih aleyhisselâmdan mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine imân etmediler. Yine bir gün Sâlih
aleyhisselâma gelip: ''Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak
üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana imân ederiz.'' dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara
durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapmamasını ve mahcup olmasını
düşündüler. Sâlih aleyhisselâm; ''Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan
pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?'' dedi. Semûd kavmi böyle
bir şey olamayacağını düşünerek: ''Bu şartı da kabul ediyoruz.'' dediler. Sâlih aleyhisselâmın bu şarttan maksâdı; dağdan
gelen pınar suyunun az olması ve zagın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı
olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti. Sâlih aleyhisselâm onlara; ''Benimle sözleştiğinizi
unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı
bir azâba uğrarsınız.'' dedi. Semûd kavmi; ''Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz.
Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.'' dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri
dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar. Sâlih aleyhisselâm böyle bir mûcize
vermesi için Allahü teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir
deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından
salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı
imân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir
türlü imân etmediler. Sâlih aleyhisselâm onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini
söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre
çâreler aramaya başladılar. Mûcize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor,
su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup
tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. İmân edenler, ondan
bir kabiliye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içeyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların
imânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize karşısında âciz kalan
Semûd kavmi deveyi öldürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselâmın nasihat edip, imân etmeye çağırdığı
bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; ''Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız!
Onu öldürelim de gör!'' dediler. Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselâma; ''İşte
deveyi öldürdük. Eğer sözledişin gibi bir peygambersen sözlediğin azâbı getir.'' dediler. Sâlih aleyhisselâm
bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasihat edip; ''Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için
bir imtihan vesilesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günâhkarlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe
kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!'' dedi. Bu son dâvete de sert
cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı, âilesini ve imân edenleride öldürmeyi plânlamaya başladılar. Sâlih aleyhisselâm bu azgın kavme şöyle dedi: ''Yurdunuzda
üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikici gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün
ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!'' Sâlih aleyhisselâmın söylediği bu günler gelip çattı.
Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâmı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete
geçmeden, Cebrâil aleyhisselâm gelip, durumu Sâlih aleyhisselâma bildirdi. Sâlih aleyhisselâm da imân edenlerle birlikte oradan
uzaklaşıp gitti. Birinci günde bâzı hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerde kanfışkırdığı,
ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin
sapsarı olduğu görüldü.İkinci gün de Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı
oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğini kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı
üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselâmın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar.
O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran
ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri
patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış
bir yer hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselâm, imân edenlerle birlikte gelip, yerle bir
edilen şehre ibretle bakarak; ''Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâ imân etmeye dâvet
ettim ve bunu size nice nasihatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!'' dedi.Sâlih
aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra kendisine imân edenlerle birlikte Mekke'ye veya Şam taraflarına gitti. Remle
kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır. Kur'ân-ı kerimin
değişik âyet-i kerimelerinde Sâlih aleyhisselâmdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi
meâlen şöyle bildirilmektedir. Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik
ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri)
günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. İmân edip de azâbımızdan
korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17- 18) Mucizeleri 1- Kayadan deve çıkartması.
2- Sâlih aleyhisselâmın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka
ağaç yoktu. ''Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!'' diye kendisine mûcize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselâm
duâ edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.
3- Sâlih aleyhisselâmın
duâsı bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır.
4- Sâlih aleyhisselâmın
çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını
sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. İmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselâmın çadırını
ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; ''Hak peygamber isen,
çadırındaki yangını söndür!'' diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının
sönmesi için duâ edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır
kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.
| Süleyman Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.
Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslindendir. Kudüs yakınlarındaki Gazze şehrinde
doğdu. Hem peygamber hem sultandı. Çocokluğundan beri bilgili, iyilik ve adâleti seven biri olarak tanınmıştı.
On iki yaşındayken babasının yerine geçip, sultan oldu. Daha sonra kendisine Allahü teâlâ tarafından
peygamberlik verildi. Dünyâda hâkim olan dört kişiden biridir. Ona peygamberlik verildiği Kur'ân-ı kerimde
En'âm sûresi 84. âyette bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm; ''Yâ Rab! bana hiçbir kimsede bulunmayan bir kudret ve devlet
ihsân eyle.'' diye duâ etti. Duâsı kabul edilip, cinlerin, rüzgârın ve hayvanların da insanlar gibi Sülaymân
aleyhisselâma itâat etmeleri emredildi. Kendisine ism-i âzam duâsı, bütün mahlûkâtın dili ve ililerin sırları
öğretildi. Peygamberlikle birlikte ihsân edilen ilim, hikmet ve sultanlık kudretini, insanları doğru yola
kavuşturmakla ve daha iyi bir hayat yaşamaları için kullandı. Şehirlerin kurulması, yeryüzünün
imârı, yeşillendirilmesi, fen ve sanatta ilerlemesi için emrindekilerin herbirine iş taksimi yaptı. Yolların
yapılması, taşların yontulup kazılması, demircilik ve derin sulara dalgıçlık gibi
zor işleri cinlere verdi. Çiftçilik, çobanlık, ticâret, sanat gibi işleri de insanlara verdi. Hayvanları
da nöbet tutma, yük taşıyıp çekme gibi işlerle görevlendirdi. İnsanlardan, cinlerden ve hayvanlardan
büyük bir ordu kurdu. Hepsi ona tâbi olup, emrine itaat etti. Süleymân aleyhisselâma verilen bu nimetler Kur'ân-ı kerimde
bildirilmektedir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şerifte, onun duâsı hakkında şöyle
buyurdu: ''Süleymân aleyhisselâm, Beyt-i Makdis'in binâsını bitirdikten sonra, Allahü teâlâdan üç dilekte bulunmuştur:
Kendisinden sonra kimseye nasip olmayan ir mülk ve saltanat, ilâhi hükme uygun hüküm verme kudretinin bahsedilmesi. Yanlız
namaz kılmak için Mescid-i Aksâ'yı kastedip gelenlerin analarından doğdukları gibi günahsız
hâle gelmeleri. Allahü teâlâ bunlardan ilk ikisini Süleymân aleyhisselâma vermiştir. Üçüncü dileğinin dekabul edilmiş
olmasını umarım.'' Babasının temelini attığı, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'yı yapmaya
devâm etti. Yedi senede pek sanatkârâne bir şekilde tamamladı. Daha sonra, Kudüs'te büyük bir saray inşâ etmeye
başlayıp, on üç senede tamamladı. Bu binâların yapımı sırasında insanlardan ve cinlerden
pekçoğu Süleymân aleyhisselâmın emrinde çalışmışlardı. Süleymân aleyhisselâmın
zamânında barış, imâr, sanat ve ilim iyice ilerlemişti. Mescid-i Aksâ inşâedilip, çeşmeler,
su kanalları yapıldı. Köprüler, barajlar ve evler inşâ edildi. Hükmetinin ve büyüklüğünün şöhreti
bütün dünyâya yayıldı. Zamânındaki bütün pâdişâhları ve ileri gelenleri doğru yola sevk etti.
Onun zamânında muhteşem bir saltanata sâhip olan Yemen'de, Sebe şehrinde hüküm süren Belkıs'a mektup yazıp,
Filistin'e çağırdı. O da gelip, Süleymân aleyhisselâmla görüşerek imân etti. Belkıs'ın Süleymân
aleyhisselâmla mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerimde Neml sûresinde uzun beyân olunmaktadır.
Süleymân aleyhisselâm, Akabe Körfezinden Fırat kenarına
kadar, kırk sene adâletle hüküm sürdü.Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler.
Ticâret gemileri yapıp, Kızıldeniz ve Umman Denizinde ticâret yaptırdı. Rüzgâr onun emrine verilmişti.
Rüzgâra bibip dilediği yere tahtıyla birlikte kısa zamanda giderdi. Makâmına oturduğunda ve meclis
kurduğunda kuşlar üzerine gelip, kanatlarını yanyana gererek bir bulut gibi gölge yaparlar, güneş
ve yağmurdan korurlardı. Süleymân aleyhisselâm, beyaz tenli, güzel, nûr yüzlü, saçı sakalı gür olup, beyaz
elbise giyerdi. Çok edebli, hep Allah'tan korkar, alçak gönüllü, yüksek şanlıydı. Miskin ve fakirlerle oturur;
''Miskinin miskinlerle oturması uygundur.'' buyururdu. Ömrünün son ânına kadar Allahü teâlânın takdir ettiği
izzetle insanları doğru yola sevk etti. Herkes tarafından sevilmiş olup, hiç kimse onun söylediklerine
itiraz etmiyor ve onun emri dışına çıkmıyordu. Süleymân aleyhisselâm, bir gün yapılmakta olan
büyük bir sarayın inşâsını kontrol etmeye gitmişti. Bu binâ bir su kıyısında çok heybetli
bir saraydı. Ustalar işciler, cinler, sarayın tamamlanmasıyla meşguldüler. Sarayın balkonuna
çıkıp, kendisini yanlız bırakmalarını, hiç kimsenin yanına yaklaşmamasını
emretti. Sonra da balkonun kenarına âsasını (bastonuna) dayanıp durdu ve etrâfı seyrederek tefekküre
başladı. Bu sırada ömrü bitip, eceli gelmişti. Azrâil aleyhisselâm gelip; ''Şu an dünyâdaki hayâtının
son ânıdır.'' dedi. Süleymân aleyhisselâm: ''Allahü teâlânın takdiri her ne ise o haktır. Rabbime hamdolsun
ki, aslâ kimseye zulmetmedim. Rabbimin emrine itaat etmekte gecikmedim. Herkesin dönüşü Allahü teâlâyadır. Görevlendirildiğin
emri yerine getir.'' dedi. Süleymân aleyhisselâm asâsına dayandığı halde ayakta vefât edip, uzun bir müddet
öylece kaldı. Saray inşâsında çalışanlar ise her gün işlerine muntazaman devâm ediyor, halk
da oraya gelip gidiyordu. Süleymân aleuhisselâmı uzakta, ayakta durur vaziyette görüyorlardı. Fakat vermiş
olduğu emir üzerine hiç kimse yanına yaklaşmıyordu. Nihâyet asâsının yere temas eden kısmını
güve kurdu yiyip asâ kırılınca, cesedi yere yıkıldı. O zaman bu hâlini görenler vefât ettiğini
anladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerimde Sebe sûresi 14. âyette bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm her yere hükmettiğinden,
zamânında herkes imân etmiş, yeryüzündeki pek az imânsız kimse kalmıştı. Vefâtından sonra,
İsrâiloğullarının arasındaki birlik bozuldu, İlyas ve Elyesa aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiler.
Kur'ân-ı kerimde Bakara 102; Nisâ 163; En'âm 84; Enbiyâ 81,82; Sebe 12, 21; Neml 15'ten 44'e kadar; Sad 30'dan 40'a kadar
olan âyetler Süleymân aleyhisselâm hakkındadır. Süleymân aleyhisselâm, Mescid'i Aksâ'ya Mûsâ aleyhisselâmdan beri
nesilden nesile geçerek gelen, Tevrât'ın içinde bulunduğu Ahid sandığını (Tâbût-i Sekineyi)
koydu. Çünkü Mûsâ aleyhisselâm, ümmetinin âlimlerinden, Tevrât'ın Ahid sandığına konularak muhâfaza edilmesini
istemişti. Bu durum Mescid-i Aksâ'nın Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devâm etti. Buhtunnasar,
Kudüs'ü alınca, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer
mücevherleri alıp Bâbil'e götürdü. Buhtunnasar'ın Kudüs'ü yağmalaması esnâsında, hakiki Tevrât ve
Zebûr yakılıp yok edildi. Muhtelif kimselerin hatırlarında kalan âyetlerini yazmaları neticesinde,
Tevrât isminde birbirlerini tutmayan çeşitli risâleler ortaya çıktı. Milâddan yaklaşık dört yüz sene evvel yaşamış olan Azra bunları
topladı ve şimdiki Ahd-i Atik'teki Tevrât'ı yazdı. Süleymân aleyhisselâmın dokuz çeşit mûcizesi
vardır. Mûcizeleri:
1-Sebe sûresi on ikici âyetinde bildirildiği üzere, rüzgârlar emri altındaydı.
2-Süleymân
aleyhisselâm denizi geçmek istediği zaman, suyu çekilerek yol açalır, geçtikten sonra yine kapanırdı. 3-
Âyet-i kerimede bildirildiği üzere, bütün cinniler emrindeydi. Ne zaman istese, kendisine, büyük büyük köşkler,
sûretler, çanaklar, sâbit çömlekler, tencereler yaparlardı.
4-Süleymân aleyhisselâmın
bir mührü vardı. Üzerinde ism-i âzam duâsı yazılıydı. O duâ ile her istediği kolay olurdu. 5-
Karıncalara varıncaya kadar her hayvanın sesini işitir, dillerini anlardı.
6-Nereye
gitmek istese, rüzgâr emride olduğından, kürsüsünü kaldırır, kürsüsünü berâberinde götürürdü.
7-Cinniler
vâsıtasıyla denizdeki incileri, cevherleri yerde bulunan defineleri bilirdi. Kendisine Allahü teâlâ tarafından
bildirilmeyen birşey yoktu.
8-Neml Vâdisinde, maiyetiyle berâber bir dağ üzerine konup,
kaldığı esnâda o dağın yeşillik, çimenlik olması için, mübârek ellerine bir miktar su alıp,
avucuyla o dağa serpti. Derhâl dağın üzeri çayırlık çimenlik oluverdi.
9-Süleymân
aleyhisselâm bir yere gittiği vakit, berâberinde duvarlar da giderdi.
| Şemun Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden
olduğu rivâyet edilen mübârek zât. Şemsûn diye de zikr edilir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;
''Geçmiş zamanda Şem'ûn (Şemsûn aleyhisselâm) adlı bir peygamber vardı. Allahü teâlânın rızâsı
için bin ay devamlı cihâd edip, silahını omuzundan çıkarmadı.'' buyurdu. Eshâb-ı kirâm; ''Keşke
bizim ömrümüzde uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik.'' dediler. Bunun üzerine Kadr sûresi
nâzil olup; ''Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd etmenin
sevâbında çoktur.) buyruldu.
İsâ aleyhisselâmla
Muhammed aleyhisselâm arasında yaşamış olan Şem'ûn aleyhisselâm, İncil ehlindendi. İsâ
aleyhisselâma indirilen, henüz bozulmamış İncil-i şerife göre amel ederdi. Kavmiyse putlara tapardı.
Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık kavimle cihâd (savaş) edip, onları
imâna çağırdı. Çok güçlü ve cesûr bir zât olan Şem'ûn aleyhisselâmı düşmanları türlü hilelerle
şehit etmek istediler. Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu. Yaşadığı şehrin hükümdarı onu yakalatıp,
köşkünün önünde asılmasını emretti. Bunun üzerine Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâ yalvarıp;
Yâ Rabbi! Dünyâda yaşamayı, kâfirlerle senin yolunda cihâd etmek için isterim. Eğer bu isteğim kalpten
ve samimiyse beni kurtar.'' diyerek duâ etti. O anda bir melek gelip bağı çözdü. Şem'ûn aleyhisselâm kurtulunca,
kendisine eziyet eden hükümdarı, adamlarını ve kendi hanımını cezâlandırdı. İnsanları
hak yola dâvete devâm etti. Ona inanmayanlarla tek başına cihâd (harp) etti. Çok ganimet elde etti. Cihâd ederken
susadığı zaman Allahü teâlâ onun için taştan gâyet lezzetli bir su akıtırdı. Bu su o içip
kanıncaya kadar akardı. Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti.
| Şit Aleyhisselam | Adem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın
oğludur. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Hâbil ile Kâbil çıkan anlaşmazlık neticesinde
Kâbil, Hâbil'i öldürünce, Allahü teâlâ hazret-i Âdem'e, Hâbil'e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi.
Âdem aleyhisselâmın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit aleyhisselâm tek doğdu. Şit
adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup, Arapça karşılığı ''Allah'ın hibesi''
mânâsınadır. İsmine ''Şis''de denilmiştir. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil,
Hâbil'i şehit ettikten sonra doğmuş olan Şit aleyhisselâm, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın
nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselâm onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu
reis yaptığı gibi, vefât edeceği sırada da bütün yeryüzünün halifeliğine onu tâyin etti. Bu
hususta vâsiyette bulundu. Ayrıca ilâhi sırları bildirip, bütün ilimleri öğretti. Peygamber efendimizin
nûruyla ilgili olarak oğlu Şit aleyhisselâma şöyle vasiyet etti: ''Oğlum Alnında parlayan bu nûr,
son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bunûru mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna
da şöyle vasiyet et.'' Şit, bu vasiyet üzerine sâliha bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına daböyle
vâsiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler. Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra, Allahü teâlâ,
Şit aleyhisselâma peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi
bilgileri, kimyâ ilmi ve daha birçok şeyler bildirilmiştir. Şit aleyhisselâm zamânında insanlar çoğalıp,
her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini bildirip imân etmeye çağırdı.
Şit aleyhisselâmın dininin esasları, Âdem aleyhisselâmın
bildirdiği dinin esaslarına uygundu. Şit aleyhisselâm ekseriyâ Şam'da ikâmet edip, insanlara, Allahü teâlâya
imân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek tebliğ vazifesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını
tespit etti. Şit aleyhisselâmın çocukları ve torunları imâr ettikleri şehirlerde yaşayıp,
Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık
buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı. Şit aleyhisselâm, Şam'dan
Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde yaşayan Kâbil'in oğullarını Allahü teâlâya
imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselâmın dâvetini kabul etmeyip, sapıklıklarında
ısrâr ettiler. Şit aleyhisselâm, onlarla savaş yaptı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk
kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını
da esir aldı. Babası, Âdem aleyhisselâmla veya kardeşleriyle Kâbe'yi balçık çamuru kullanarak taştan
yaptı. Son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûru Şit aleyhisselâmdan onun oğlu Enûş'a geçti.
Şit aleyhisselâm, oğlu Enûş'a, babası Âdem aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın nûruyla ilgili
olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş'u yeryüzüne halife tâyin ederek vefât etti. Ömrünün
dokuz yüz on iki veya dokuz yüz elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir. Peygamberliğininse,
iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir. Şit aleyhisselâmdan
sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp, çok azgınlık
gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdris aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Şit aleyhisselâm Âdem aleyhisselâmın
öteki evlâtlarının hepsinden güzel ve faziletliydi. Sûret ve sirette yâni hâl ve yaşayışta tıpkı
babasına benzediği için Âdem aleyhisselâm onu diğer evlâtlarından çok severdi.
| Şuayb Aleyhisselam | Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim
aleyhisselâm veya Sâlih aleyhisselâmın neslindedir. Soyu anne tarafından Lût aleyhisselâmın kızına
ulaştığı ve Eyyûb aleyhisselâmla teyze oğulları oldukları rivâyet edilmiştir. Mûsâ
aleyhisselâmın kayınpederidir. Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitâb etmesi sebebiyle kendisine
Hatib-ül-enbiyâ (peygamberlerin hatibi) denildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâma bildirilen dinin emir ve yasaklarını
tebliğ etti.Arabistan Yarımadasının kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında Kızıldeniz
sâhilinde yer alan Akabe körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Şuayb aleyhisselâm,
o kavmin asil bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı bir şahsın etrâfında toplandıkları
için bu adla anılan Medyen halkı arasında geçen Şuayb aleyhisselâm, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden
yzak yaşar, babasından kalan koyunlarıyla meşgul olur ve namaz kılardı. Medyenliler atalarının
doğru yolunda ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeyi
bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret
kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. Yaptıkları
alış-verişte muhakkak hile yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp, stok yapıyorlar, pahalanınca
fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik ölçek kullanıyorlar, alırken
büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar,
onların mallarına zorla el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariblerin mallarını
çeşitli hilelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pekçok nimetin şükrünü
yapmayıp, nankörlük ediyorlardı. Allahü teâlâ onlara, doğru yola dâvet etmek için Şuayb aleyhisselâmı
peygamber olarak gönderdi. Şeayb aleyhisselâm onlara nasihatlerde bulunup, Allahü teâlâya şirk koşmamalarını
ve yanlızca o'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hile yapmamalarını,
yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını,
vazgeçtikleri takdirde mükâfâta kavuşacaklarını söyledi. Fakat azgın Medyen kavmi, Şuayb aleyhisselâmın
sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm,
bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola dâvete devâm etti. İbret
olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Nûh aleyhisselâmın gönderildiği kavmin, Hûd kavminin, Lût kavminin
başına gelen azapları ve helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip imân etmelerini, mağfiret
dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi azâba düşeceklerini ve helâk
olacaklarını aöık bir lisanla anlattı. Onun peygamberliği Şam'a kadar duyulmuştu. Pekçok
kimse gelerek Şuayb aleyhisselâma imân etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler yolda durup, Şuayb aleyhisselâma
gelenlere mâni olmaya çalıştılar. Şuayb aleyhisselâmı ve ona inananları kendi sapık dinlerine
dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm azgın
Medyen halkının, bütün nasihatlerine rağmen imâna gelmelerinden ümit kesince, onları Allahü teâlâya havâle
etti. Şuayb aleyhisselâm Allahü teâlâya; ''Yâ Rabbi! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen hükmedicilerin
hayırlısısın.'' diye duâ etti.
Azgınlıklarına
ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine, Allahü teâlâ azâp gönderdi.
Cebrâil aleyhisselâmın bir sayhası ve bir zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar
o beldede yaşamaışlardı. Şuayb aleyhisselâm ve ona inananlar kurtulup Medyen'e yakın bir yerde,
yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke'ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle
vazifelendirildi. Medyen halkının bütün husûsiyetlerini taşıyan Eyke halkı, parayı tartı
ile alırlar, kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı
tarafdakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken
pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara taparlardı. Şuayb aleyhisselâma inanmak için gelenleri
vaz geçirmek için çalışırlar, Şuayb aleyhisselâma yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte
bulunup, eziyet ederlerdi. Şuayb aleyhisselâm Eyke halkını Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti.
Eyke halkı Şuayb aleyhisselâmdan mûcize istediler. Şuayb aleyhisselâm çevredeki putlara hitâp edip; ''Rabbiniz
kimdir? Ben kimim? Söyleyin!'' dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan putlar
dile gelip; ''Rabbimiz ve yaratıcımız Allahü teâlÂdır. Yâ Şuayb! sen ise Allahü teâlânın peygamberisin!''
dediler ve kâidelerinden yere düşüp paramparça oldular. Bir mûcize karşısında bâzı kimseler imâna
geldi. İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Şuayb aleyhisselâm son
defâ ikâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a imân etmelerini ölçü ve tartıda adâletli olmalarını
ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın,
sihirbazsın, büyülenmişsin dediler. İmân etmeyeceklerini açıkca söyleyip; ''Eğer sen doğru sözlüysen,
bize gökten azap indir.'' dediler. Şuayb aleyhisselâm bu azgın kavmi Allahü teâlâya havâle etti. Allahü teâla onlara
isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk ettiler. Önce ortalığı kasıp
kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. sular fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar
sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir tarafdan bir tarafa
koşuyorlardı. Bu hâl yedi gün devâm etti. Sekizinci gün ufukta koyu gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi.
Bunu gören Eykeliler serinlemek için koşup hepsi bulutun altında toplandılar. Onlar bulutun altına toplanır
toplanmaz buluttan üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya başladı ve hepsi ateş altında helâk
olup, gittiler. Eykelilerin helâl edildiği bugün, Kur'ân-ı kerimde (gölge günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle
buyurulmaktadır: ''O gölge (zılle) gününün azâbı onları yakalıyıverdi. Gerçekten o azap büyük
bir günah azâbı idi.'' (Şuarâ sûresi:189) Şuayb aleyhisselâm, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra,
inananlarla birlikte Medyen'e gidip yerleşti. İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı
oldu. Kızlar büyüdü. Kendisi iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok göz yaşı döktü. Gözleri zayıfladı,
vücudu kuvvetten düştü. bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Mûsâ aleyhisselâm, kuyu başında
koyunlarını sulamak için bekleyen Şuayb aleyhisselâmın kızlarına yardım ederek, koyunlarını
suladı. Şuayb aleyhisselâm ücret vermek için onu evine dâvet etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına
çoban tuttu. Sekiz sene koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı.
Mûsâ aleyhisselâm orada on sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti. Sıhhati düzelip
gözleri açılan Şuayb aleyhisselâm, her sene Medyen'den Mısır'a giderek kızı va damâdını
ziyâret etti. Bir müddet sonra da orada vefât etti. Vefâtından 300 yaşında olduğu rivâyet edilmiştir. Şuayb aleyhisselâm çok namaz kılardı. Tevrât'ta
ismi Mikâil olarak bildirilmiştir. Kur'ân-ı kerimde A'râf, Şuarâ, Hûd ve Ankebût sûrelerinde Şuayb aleyhisselâm,
Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i kerimeler mevcuttur. Şuayb aleyhisselâmın altı çeşit
mûcizesi vardır. Mûcizeleri:
1-Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah
kuzuların hepsi beyaz olmuştur.
2- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle
taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan:
''Hak peygamber iseniz, duâ ediniz, şu dağlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.'' diye teklif etmişlerdi.
Şuayb aleyhisselâm duâ edince, cenâb-ı hak duâsını kabul edip, elini o dağ ve taşlar üzerine
koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi.
3-Şuayb aleyhisselâmın duâsı
bereketiyle Medyen'de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı
için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden almak için Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi.
Hazret-i Şuayb bunu işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için cenâb-ı hakka duâ eyledi. Cenâb-ı
Hak duâsını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini emreyledi. Hazret-i Şuayb işâret
ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları
sekiz, yâhut on sene hazret-i Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.
4-Hazret-i
Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup, ahâli bununla pek zengin
olmuştur.
5- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır.
6-Hazret-i
Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı gibi, Şuayb
aleyhisselâm çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dağ olurdu.
| Uzeyr Aleyhisselam | İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden veya velilerden. İsmi; Kur'ân-ı kerimde bildirilmiş olup, peygamber olup olmadığı
açıkca bildirilmemiştir. Babasının ismi Şureyha olup Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. İsrâiloğullarını
Tevrât'ın hükümlerine uymaya dâvet etmiştir. İsrâiloğulları Allah'ın oğlu diye iftirâda
bulunmuşlardır. Kudüs'te doğdu ve Kudüs'te vefât etti. Uzeyr aleyhisselâm küçük yaşından itibâren,
Tevrât ilmini öğrenip Tevrât'ı ezbere bilen sayılı kimselerden oldu. Allahü teâlâ ilâhi emirlerden yüz
çevirip, peygamberlerin nasihat ve ikâzlarına kulak tıkayan ve çeşitli azgınlık ve taşkınlıkta
bulunan isrâiloğullarına Bâbil hükümdarı Buhtunnasar'ı cezâ olarak musallar etti. Kalabalık bir orduyla
Şam ve Ürdün bölgelerini istilâ edip, savunmasız insanları zâlimce öldürten Buhtunnasar kudüs'ü de istilâ etti.
Mescid-i Aksâ'yı yıkıp, Kudüs şehrinin bağ ve bahçelerini harap etti. İsrâiloğullarından
çoğunu öldürüp, pekçok çocuk ve genci de esir alarak Bâbil'e götürdü. Bâbil'e götürülen genç esirler arasında Uzeyr
aleyhisselâm da vardı. Uzeyr aleyhisselâm Bâbil'de bir müddet esâret hayâtı yaşadıktan sonra elli yaşında
olduğu sıralarda bir fırsatını bulup memleketi olan Kudüs'e gitmek üzere yola çıktı. Kudüs
yakınına gelince, bir bahçede konaklayıp merkebinden yükünü indirdi ve bir ağaca bağladı. Geriden
Kudüs şehrini seuredip; şehrin harap, yolların ve bahçelerin viran olduğunu üzülerek gördü. Bu sırada
karnı acıktığı için bir miktar incir ve üzüm koparıp, incirin bir kısmını yedi,
üzümün de suyunu sıkıp içti. Bir ağaç altına oturup, yıkılmış evlere, bozulmuş
yollara, çürümüş tenlere, yığılmış kemiklere bakıp âlemin sonunu, yeniden dirilişi
ve Allahü teâlânın kudretini düşündü. Kendi kendine: ''Acabâ, bu halden sonra Hak teâlâ bu şehri nasıl
tâmir ve ihyâ eder.'' diyerek tefekküre dalıp uyudu. Allahü teâlâ onu yüz sene öldürdü. Hayattan mahrum etti. Onun bedenini,
yiyecek ve içeceğini insanların ve hayvanların gözünden gizledi. Uzeyr aleyhisselâmı ölü bırakmasından
yetmiş sene kadar sonra, Fâris hükümdârlarından Nüşek adında bir hükümdâr eliyle Beyt-i mukaddessi (Mescid-i
Aksâ) ve Kudüs şehrini imâr etti. Bu sırada Bâbil hükümdarı Bahtunnasar öldüğünden İsrâiloğulları
esâretten kurtulup memleketlerine döndüler. Otuz sene daha geçtikten sonra Allahü teâlâ Uzeyr aleyhisselâmı yeniden diriltti.
Uzeyr aleyhisselâm kendisinin bir gün veya bir günden az olarak uyumuş olduğu uykudan uyandığını
zannetti. Çünkü incir ve üzümün sanki dalından yeni koparılmışve şıra sıkıldığı
saatlerdeki gibi bozulmamış olduğunu gördü. Allahü teâlâ Uzeyr aleyhisselâma vahy edip yüz sene kaldığını
bildirdi. Uzeyr aleyhisselâm merkebine baktığı zaman onun parça parça olan kemiklerinin vücûdundan ayrılmış
olduğunu gördü. Allahü teâlâ ona ''.....ve seni, insanlara bir âyet (delil) kılmak için böyle öldürüp dirilttik.
(seni öldükten sonra diriltmenin var olduğunu delil kıldık) ve (merkebin) kemiklerine bak! Onları nasıl
birbirine birleştiriyoruz? Sonra da onlara et giydiriyoruz?'' (Bakara sûresi: 259) buyurdu. Allahü teâlâ ölmüş,
etleri çürümüş, kemikleri parça parça olup kaybolmuş olan merkebi tekrar diriltti. Bu durumu gören Uzeyr aleyhisselâm,
''Ben bilirim ki, şüphesiz Allahü teâlâ herşeye kâdirdir. (Bütün ölüleri diriltmeye gücü yeter.) buyurarak Allahü
teâlânın kudretini müşâhede etti.
Uzeyr
aleyhisselâm yeniden dirilen merkebine binip Kudüs şehrine girdi. Bulduğu insanları gördüğü ev vemahalleleri
tanıyamadı. Kendi mahallesi olarak tahmin ettiği yerde bir evin önünde durdu. Kapıda gözleri görmeyen,
elleri ve ayakları tutmayan bir kadına rastladı. Kadına Uzeyr'in evi neresidir? dedi. Âmâ ve kötürüm olan
kadın da; ''Uzeyr'in evi burasıdır, ben Uzeyr'in hizmetçisiyim. Fakat Uzeyr kaybolalı yüz yıldan
fazla oldu. Ondan ümitsiziz.'' deyip ağlamaya başladı. Bunun üzerine Uzeyr aleyhisselâm; ''Ben Uzeyr'im'' deyip
başından geçenleri anlattı. Uzeyr aleyhisselâmın duâsı bereketiyle kadın, hastalıklarından
şifâ buldu. Kadın âilenin diğer fertlerine ve İsrâoğullarına Uzeyr aleyhisselâmın geldiğini
haber verdi. Âile halkı Uzeyr aleyhisselâmı tanıyıp iknâ oldular. Uzeyr gelmiş diyerek sevinç ve
heyecanla gelen şehir halkı da Uzeyr aleyhisselâmı ziyâret edip uzun zaman geçtiği halde değişmemiş
olduğunu gördüler.Yaşlılar ona çeşitli sorular sorarak imtihan etmeye başladılar. bu sırada
Uzeyr aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildi. İsrâiloğullarına Tevrât'ınhükümlerini tebliğ etmeye
onları azgınlık ve sapıklıklardan sakındırmaya çalıştı. Daha önce kendilerini
dünyâ ve âhiret saâdetine dâvet eden peygamberlerin apaçık mucizelerini gördükleri halde onları yalanlayan, birçok
peygamberi de şehit eden İsrâiloğulları Uzeyr aleyhisselâmın dâvetini kabul etmediler.Okuduğu
Tevrât'ın uydurma olduğunu iddiâ edenler çıktı. Bâzıları onun okuduklarından Tevrât olup
olmadığını karşılaştıralım dediler. İçlerinden biri ''Benim dedem, Buhtunnasar'ın
zulmü zamânında bütün Tevrât nüshalarını yakılmak sûretiyle yok edildiğini bildirdi. Yanlız
bir nüsha Tevrât'ı filan dağın tepesine gömdüğünü söyledi. O nüshayı getirip Uzeyr'in okuduklarıyla
karşılaştıralım dedi. ''Gömülü olan yerden Tevrât nüshalarını getirip Uzeyr aleyhisselâmın
okuduklarıyla karşılaştırdılar. Yazılı nüshada olanlarla Uzeyr aleyhisselâmın
okuduklarını aynı olduğunu görünce ''bu kadar uzun zamandan sonra Uzeyr'in Tevrât;'ı ezbere
okuması mümkün değildir düşüncesiyle Tevbe sûresi 30. âyetinde bildirildiği gibi ''Uzeyr Allah'ın
oğludur.'' diye iftirâda bulundular. Uzeyr aleyhisselâm
ise onların bu inanışlarının küfür ve sapıklık olduğunu, vazgeçmedikleri halde şiddetliazâba
uğrayacaklarını bildirdi. Vefât edinceye kadar İsrâiloğullarının arasında bulundu.
Onları hak yola dâvet etmeye devâm etti. Uzeyr aleyhisselâmın vefâtından sonra İsrâiloğullarının
isyanları ve sapıklıkları iyice arttı.. Uzeyr aleyhisselâmın ismi Kur'ân-ı kerimde (Bekara
sûresi: 259 ve Tevbe sûresi: 30. âyetlerinde) zikr edilmiştir. Fakat peygamber mi yoksa insanları hak yola dâvet
eden bir veli mi olduğu kesin olarak bildirilmedi. Peygamber efendimiz de buyurdu ki: ''Uzeyr'in peygamber olup olmadığını
bilemiyorum. Tubba'nın mel'ûn olup olmadığını bilemiyorum. Zülkarneyn'in peygamber olup olmadığını
bilemiyorum....''
| Yahya Aleyhisselam | İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesinin ismi Elisa olup, İmran'ın kızıydı.
Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar. Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olup, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludur.
Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm doksan dokuz
veya yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devam ettirecek bir evladı yoktu.Hanımı da doksan
sekiz yaşındaydı. Gerek kendisinin,gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti.
Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ Zekeriyyâ
aleyhisselâmın duâsını kabul etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı sırada
Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti: ''Yâ Zekeriyyâ muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (İsâ
aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim se sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı
müjdeliyor.'' Bu husus Âl-i imrân sûresi 38-39. âyetlerinde bildirilmiştir. Zekeriyyâ aleyhisselâmın ihtiyar olan
hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselam doğdu. Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın
doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır. Doğumundan itibaren fevkâledelikler
içinde olan Yahyâ aleyhisselâm babası Zekerriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrât'ı
okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı.Zâten Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından itibâren
hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir. Tevrât'ı
ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzen Beyt-ül Makdis'te (Mescid-i Aksâ) bâzen de
tenhâ ve ıssız yerlerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu. Öğrendiklerini İsrâiloğullarına
anlatır, onları Allahü teâlânın emirleriniyapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gâyet mütevâzi
ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi. Dünyâya gönül vermezdi. Gece gündüz Allahü
teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı. Göz yaşları sebeviyle nûrlu yüzü yara
olurdu. Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ
tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına
uyması ve Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsâ aleyhisselâma İncil nâzil
olup, Tevrât'ın hükmü kaldırılınca İsrâiloğularını İncil'in emir ve yasaklarına
uymaya çağırdı. Daha sonra Şam'a giderek insanları hak dine dâvet etti. Yahyâ aleyhisselâmın
dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı çıkanlar da oldu. Peygamberlerin mûcizelerini
gördüklerü hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberleri şehit eden İsrâiloğulları
İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler. Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı
göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncil'in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti. Zâlim
Yahûdi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ'ya iyi muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı
veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Yahûdi hükümdârı Birinci Herod bu
kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ aleyhisselâm böyle
bir evliliğin hazret-i İsâ'nın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını
ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın
öldürülmesini istedi.
Yahyâ aleyhisselâma karşı
iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine
Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına
emretti. Herod'un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit
ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit
etti. Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: ''Bu kızı
almak sana helâl değildir.'' diye defâlarca söyledi. Allahü teâlâ Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak
için onların başına bâzı musibetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı,
Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir. Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında
bulunuyordu.
Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir.
Başı ise Şam'daki Ümeyye Câmiindeki türbededir. Yahyâ aleyhisselâm sûret itibârıyla zamânındaki insanların
en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi. İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzu ve şefkât sâhibiydi. Başındaki
saçları seyrek ve sesi inceydi. Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından
bildirilmişti. Bu husus Meryem sûresi 7. âyetinde bildirilmiştir. Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz kılınmış
olup, takvâ sâhibiydi. Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim selimdi. Yahyâaleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği
günlerde Allahü teâlâ tarafından selâmete erdirildi. Bu hususiyetleri Meryem sûresi 13, 14 ve 15. âyetlerinde bildirilmiştir. Mûcizeleri 1-Taşın dile gelmesi: İsrâiloğulları,
Yahûdi hükümdârı Birinci Herod'un emri üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı.
Bu haberi duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu. Bu sırada bir kaya dile geldi: ''Ey Allahın
peygamberi! Bana gel!'' Yahyâ aleyhisselâm kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu
gördü. O taşın içine girdi. Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan kâfirler o kayaya yaklaştıkları
zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine oklar atılmaya başlandı. Bu durumu gören Yahûdiler geriye dönüp kaçtılar.
2- Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm
peygamber olarak vazifelendirilip Şam'a geldikten sonra insanlar ona; ''Hakikaten peygambersen, bize gündüz gözü ile
yıldızı göster.'' dediler. İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin
çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı. Kur'ân-ı kerimde Âl-i imrân, Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde
Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
| Yakub Aleyhisselam | Ken'an diyârında,
yâni Fenike denilen sayda, Sûr ve Beyrut ile Filistin ve Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan bölgede yaşayan
insanlara gönderilen peygamber. İsmi Yâkûb olup İbrânicede Saffetullah, yâni ''Allahü teâlânın sâf ve
temiz kıldığı kul'' mânâsına gelmektedir. Diğer adı İsrâil olup ''Allah'ın
kulu'' mânâsına gelmektedir. İbrâhim aleyhisselâmın küçük oğlu olan İshâk aleyhisselâmın oğludur.
Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlu vardır. Bu yüzden, onun on iki oğlunun torunlarına Beni İsrâil,
yâni İsrâiloğulları denilmiştir. Oğullarından her birinin sülâlesine ''Sıbt'', hepsine
birden torunlara mânâsına gelen ''Esbât'' denir. Sonradan Yahûdi adı verilmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın
neslinden birçok peygamber geldi: Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsâ aleyhimüsselâm bunlardandır.
Yâkûb aleyhisselâm Şam'da yeya Medyen'de doğdu. Onun Iys isminde bir kardeşi vardı. Çocokluğu babasının
yanında geçti. Babası İshâk aleyhisselâm, Yâkûb aleyhisselâm için; ''Yâ Rabbi! Neslimden peygamber geleceğini
buyurmuştun. O vâdini bu oğlumdan zuhûr ettir.'' diye duâ etti. Onun soyundan nice peygamberler göndermesi için
Allahü teâlâya niyâzda bulundu. Yâkûb aleyhisselâm babasının vefâtından sonra annesinin tavsiyesi üzerine Harran'da
bulunan dayısının yanına gitti. Orada uzun müddet kaldı. Dayısının büyük kızı
Leyla ile evlendi. Bu evlilikten Rabil, Şem'ûn, Lâvi, Yehûda, İsâhar ve Zablûn adlı oğulları ile
Dinâr isimli kızı doğdu. İbrâhim aleyhisselâmın bildirdiği dinde iki kız kardeşle
evlenmek câiz olduğundan ilk evliliğinden yedi sene sonra dayısının küçük kızı Râhil ile
de evlendi. Bu hanımından da Bünyamin ve Yûsuf adlı iki oğlu oldu. Belhe ve Zülfâ adlı iki câriyesi
vardı. Belhe adlı câriyeden Dân ve Neftâle, Zülfâ adlı câriyesinden de Câd ve Âşir adlı oğulları
doğdu. Böylece on iki oğlu oldu. Kırk sene kadar dayısının yanında kalan ve ona hizmet
eden Yâkûb aleyhisselâma Allahü teâlâdan vahy gelip Ken'an diyârı ahâlisinine peygamber olarak vâzifelendirildiği
bildirildi. Dayısından izin alarak hanımları, oğulları ve kendisine tâbi olanlarla birlikte
Harran'dan ayrılıp Ken'an diyârına geldi ve oraya yerleşti. Kendisi ve oğulları için evler yapğtırdı.
Bu sırada Yûsuf ve Bünyamin adlı oğullarının annesi olan Râhil vefât etti. Yâkûb aleyhisselâm insanları
Hak dine ve tek olan Allahü teâlâya inanmaya ve o'na ibâdet etmeye dâvet etti. Ken'an diyârı ahâlisinden çok kimse ona
imân etti. Ken'an diyârını idâre eden Şüceym bin Dâran isimli kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı çıktıysa
da başarılı olamadı. Yâkûb aleyhisselâm anneleri vefât etmiş olan oğulları Bünyamin ve
hazret-i Yûsuf'u diğer oğullarından çok seviyordu. Çünkü bu ikisi anne şefkâtinden mahrûm kalmışlardı.
Yâkûb aleyhisselâmın özellikle hazret-i Yûsuf'a karşı aşırı muhabbeti olduğu için onu bütün
oğullarından üstün tutuyor ve yanından ayırmıyordu. Hazret-i Yûsuf yedi yaşındayken rüyâsında
on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı.
Rüyâ tâbirini iyi bilen Yâkûb aleyhisselâm oğluna ileride büyük nimetlere kavuşacağını ve kendisine
peygamberlik verileceğini söyleyerek rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını tavsiye etti.
Yâkûb aleyhisselâmın oğlu Yûsuf'a karşı aşırı
muhabbet göstermesini kıskanan diğer oğulları ona hased ettiler. Hazret-i Yûsuf'u berâberce tuzak kurup
onu öldürmek istediler. Babalarından korktukları için de ne şekilde kötülük yapacklarını tesbit edemediler.
Daha sonra kendi aralarında konuşup Yûsuf aleyhisselâmı yol üzerindeki bir kuyuya atmayı kararlaştırdılar.
Yûsuf aleyhisselâmı babalarından alıp, berâberlerinde götürebilmek için hileye başvurdular. Yûsuf aleyhisselâmı
alıp kıra götürdüler ve kervanların geçtiği yolun kenârındaki bir kuyuya attılar. Sırtındaki
gömleğini çıkarıp kestikleri bir hayvanın kanıyla boyadılar. Akşam olunca da kanlı
gömleği babalarına getirip; ''Biz kırda yarış ederken, Yûsuf'u eşyâlarımızın
yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş.'' dediler. Yâkûb aleyhisselâm kana bulanmış fakat
hiç yırtık ve çizgi bile olmayan gömleğe bakıp oğlu Yûsuf'u kurt yemediğini ve onun hayatta
olduğunu anladı. Diğer oğullarına o kurdun Yûsufuma karşı şefkâti sizden fazlaymış.
Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtından gömleğini
bile yırtmamış. Bu söyledikleriniz yalandır. Yûsuf'a ne ettinizse siz ettiniz. Fakat elimden ne gelir.
Benim için sabr etmekten güzel bir şey yoktur.'' dedi. İçli içli ağlayıp, kalbini Allahü teâlâya bağladı
ve oturdu. Yûsuf aleyhisselâmın ayrılığından dolayı üzülüyor, fakat bu üzüntüsünü kimseye bildirmiyor,
hâlinden de kimseye şikâyette bulunmuyor, oğluna kavuşacağı günü hasretle bekliyordu. Hasret ve üzüntüsü
sebebiyle ağlamasından dolayı gözlerine ak inmiş göremez olmuştu. Atıldığı kuyudan
bir kervancı tarafından çıkarılan ve Mısır'a götürülerek bir köle diye satılan Yûsuf aleyhisselâm,
Mısır Mâliye Nâzırı tarafından satın alındı.Mâliye Nâzırının sarayında
özel olarak büyütülen Yûsuf aleyhisselâm, Nâzırın ölümünden sonra Mâliye Nâzırı oldu.Aldığı
ekonomik tedbirler sâyesinde, yedi sene müddetle devâm eden kıtlık esnâsında Mısır halkının
rahat va refâh içinde yaşamasını sağladı. Yâkûb aleyhisselâm Bünyamin dışındaki oğullarını
buğday ve erzak almak üzere Mısır'a gönderdi. Yûsuf aleyhiselâm onları tanıdı ve ikrâmlarda
bulunarak erzak verdirdi. İkinci defâ gelişlerinde kardeşleri Bünyamin'i de getirmelerini söyledi. Onlar da
ikinci gelişlerinde Bünyamin'i getirdiler. Kendi anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin'i bür tedbirle yanında
alıkoydu. Yâkûb aleyhisselâmın oğulları üçüncü defâ Mısır'a gidince Yûsuf aleyhisselâmın
kendini onlara tanıttı. Gömleğini babası Yâkûb aleyhisselâma gönderdi. Babasına ve bütün akrâbalarını
da Mısır'a dâvet etti. Yâkûb aleyhisselâm gömleği yüzüne gözüne sürünce gözleri açıldı. Yâkûb aleyhisselâm
oğlunun dâveti üzerine bütün akrâbasını alarak Mısır'a gidip oğlu Yûsuf aleyhisselâma kavuştu.
Yûsuf aleyhisselâm babasına ve yanındakilere büyük ikrâmlarda bulundu. Kardeşlerini affettiğini bildirdi.
Yâkûb aleyhisselâm oğlu hazret-i Yûsuf'a kavuştuktan sonra oğullarıyla birlikte on seneden fazla Mısır'da
yaşadı.İyice ihtiyarlayınca oğullarını başına toplayıp, vasiyette bulundu.
Oğullarından, tek olan Allahü teâlâya ibâdet edeceklerine dâir söz aldıktan sonra vefât etti.Oğulları
cenâze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halil-zr- Rahmân'da bulunan
babsı İshak aleyhisselâmın yanına defnedildi. Rivâyete göre burada dört kabir vardır. Bunlar İbrâhim
aleyhisselâma, İshâk aleyhisselâma, Sâre validemize ve Yâkûb aleyhisselâma âittir. Yâkûb aleyhisselâm Allahü teâlânın seçtiği, kendi zamânında yaşayan insanların
sûret (görünüş) ve siret (huy ve yaşayış) yönünden en üstünüydü. Buğday benizli, uzun boylu, nâzik
yapılı bir bedene sâhipti. Babası, İshâk aleyhisselâm gibi halim selim, yumuşak huylu, doğru
sözlü, kerim ve cömertti. Kur'ân-ı kerimde Yâkûb aleyhisselâmın, dinde kuvvetli olduğu, ihlâs sâhibi olduğu,
sâlihlerden olduğu, seçkin ve hayırlıkimselerden olduğu ve rüyâ tâbirini iyi bildiği açıklanmıştır.
Yâkûb aleyhisselâmın beş çeşit mûcizesi vardı: Mucizeleri:
1-Duâsı bereketiyle bir koyunun karnından dört kuzu doğmuştu. Bir kavim gelip, Ey Allah'ın
peygamberi, geçen sene koyunlarımız hiç doğurmadı. Cenâb-ı Hakka duâ ediniz, hem bu seneki, hem degeçen
seneki kuzuları birden versin, diye ricâ ettiler. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, her bir koyundan dörder tâne doğmak
sûretiyle koyunları çoğaldı.
2-
Sesi sürekli olup, üç konaklık yerden bile duyulurdu. Düşman askerine bağırdığı zaman korkularından
hep kaçarlardı.
3-Hazret-i Yâkûb'un
attığı şey, pek uzaklara giderdi. Oğullarını Amâlika kavmiyle muhârebeye gönderince,
muhâbere esnâsında Yehûda adlı oğlunun, süngü ve mızrakla silâhı parçalanmıştı. Yehûda,
silâhım kırıldı babacığım, bir silâh gönderiniz, diye seslendiği anda, hazret-i Yâkûb
işitip, bir dağ başından önceki gibi bir silâh attı ve seslendi. Yehûda sesini işitip, silâhı
aldı ve hemen düşmana saldırdı ve gâlip geldi. Halbuki aralarında 360km'lik mesâfe vardı.
4-Yâkûb aleyhisselâmın duâsı bereketiyle büyük ve küçük
dağlar yerlerinden kalkmışlardır. Ken'an ahâlisini dine dâvet ettiği vakit, orada bulunup, yörenin
iki tarafını darlaştıran dağların başka yere naklolunmasıyla, yerlerinin geniş
bir saha olmasını istemişlerdi. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, murâdları hâsıl olup, yerleri geniş
ve düzlük olup havası da gâyet güzel olarak Hicaz'da en güzel yer olarak tanınmıştır.
5-Ken'an ahâlisini imâna davet ettiği vakit, oturdukları
yerlerde bulunan dağlık ve taşlık yerlerin, bütün tepe vetaşların toprak olmasını
teklif etmişlerdi. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, diledilkeri gibi olmuştur. Yâkûb aleyhisselâmın en büyüğü Rabil olmak üzere Şem'un, Lâvi, Yehûda, Zablun
(Yâlun), İsâhar,Dân, Neftâli, Âşir, Cad, Yûsuf ve Bünyamin adlı on iki oğlu vardı. İsrâiloğulları
bu on iki oğlunun neslinden çoğalmışlardır. Yûsuf aleyhisselâmdan sonra akılca en üstün olan
Yehû danın neslinden Dâvûd aleyhisselâm ve Beni İsrâil (İsrâiloğulları) hükümdarları gelmiştir.
Bu sebeble İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin çoğu da Yûsuf aleyhisselâmın neslindendir.
Kur'ân-ı kerimde zikr edilen Tâlût da Bünyamin'in neslindendir. Kur'ân-ı kerimde Yûsuf sûresinde ve Bakara sûresi
132, 133, 140; Âli imrân sûresi 84, 93; Nisâ sûresi 163; En'âm sûresi 84; Hûd sûresi 71; Meryem sûresi6, 49, 58'inci âyetlerinde
Yâkûb aleyhisselâmdan ve faziletlerinden bahsedilmektedir.
| Yunus Aleyhisselam | Musul yakınlarındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber.
Babası Metâ adında bir zât olup sâlih kimselerdendi. Yûnus aleyhisselâm kendisine balık yuttuğu için Zinnûn
ve Sâhib-i Hût adlarıyla da anılmıştır. Yûnus aleyhisselâm, Asûr Devletinin başşehri ve
önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu. Babası Metâ ve annesi, Allahü teâlâ duâ edip, kendilerine
bir erkek evlâd ihsân etmesini dilediler. Cenâb-ı hak onlara Yûnus'u ihsân etti. Ancak Yûnus aleyhisselâm ana rahmindeyken
babası vefât etti. Annesi onun doğum ve çocukluğu sırasında birçok hârikulâde, olağanüstü haller
gördü. Yûnus aleyhisselâm Nineve'de büyüdü, kavmi içinde emin, yalan söylemeyen, yardım seven bir kişi olarak meşhur
oldu. Otuz yaşına gelince Nineve ahâlisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Nineve halkını senelerce
Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Kavmi ona imân etmedikleri gibi birçok ezâ ve cefâda bulundular. Onunla alay
ettiler. Fakat Yûnus aleyhisselâm yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan onları hak dine dâvet etti. Allahü
teâlânın azâbıyla korkuttu. Fakat Nineve halkı, ''Tek bir kişinin hatırı için azap inip herkesi
yok edecekse müsâde et bu azap gelsin.'' deyip alay ettiler. Yûnus aleyhisselâm kavminin küfürde isrâr etmesine üzülüp onların
arasından ayrıldı. Allahü teâlâ ona vahyedip; ''Kullarımın arasından ayrılmakta acele ettin.
Geri dön, kırk gün daha onları imâna çağır.'' buyurdu. Yûnus aleyhisselâm bu ilâhi emir üzerine kavmine
döndü ve onları hak dine dâvete devâm etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine inanmadı. Bunun
üzerine Yûnus aleyhisselâm ''O hâlde üç güne kadar başınıza gelecek azâbı bekleyin. Bunun alâmeti önce
benizleriniz sararacaktır.'' buyurdu. ve ilâhi bir emir gelmeden üzüntüyle aralarından ayrıldı.
Yûnus aleyhisselâmın haber verdiği gün gelince Ninevililerin
benizleri sarardı. Gökyüzü karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı. Herkesi korku ve telâş sardı.
Feryad ve figâna başladılar. ''Yûnus aleyhisselâm aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azâb
bizi helâk edecektir.'' diye söyleştiler. O zaman Allahü teâlâ kalblerine pişmanlık hissini verdi. Onlar tövbe
etmek arzusu ile yaşlı sâlih bir zâta geldiler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. O zât da henüz azâbın
gelmesine iki gün olduğunu ve tövbe etmelerini ve azâbı kaldırması için duâ etmelerini tavsiye etti. Bunun
üzerine Nineve halkı şehrin yakınındaki bir yüksek tepeye çıkıp Allahü teâlâya ve o'nun peygamberi
Yûnus aleyhisselâma imân ettiler. Allahü teâlâya duâ edip azâbı kaldırmasını niyaz ettiler. O zamana kadar
yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe ettiler. Hattâ öyle oldu ki, evlerindeki başkasına
âit olan taşları söküp sâhiplerine iâde ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tövbelerini kabul edip, azâbı üzerlerinden
kaldırdı. Duânın yapıldığı gün Cumâ olup, Aşûre günüydü. Sonra sevinç içinde şehre
dönen Nineve halkı şehirde Yûnus aleyhisselâmı aramaya başladılar. Yûnus aleyhisselâm da ayrılışından
bir müddet sonra kavminin hallerini öğrenmek için Nineve'ye yakın bir yere geldiğinde azâbın rahmete tebdil
olduğunu gördü. Fakat şehre girmedi. ''Eğer şehre girersem beni yalancılıkla ithâm ederler.''
diyerek sahra (çöl) tarafına yöneldi ve oradan uzaklaştı ve Dicle Nehri kenarına vardı. Fakat buraya
Allahü teâlâdan emir almadan gelmişti. Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu olan bir gemiye bindi. Gemi hareket
edip kıyıdan uzaklaştı. Gemi bir müddet seyrettikten sonra durdu ve kımıldamaz oldu. Gemidekiler
şaşırıp kaldılar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütemediler. Sonra da;
''Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden gemi yürümüyor.'' diye aralarında söylendiler. Geminin batağından
endişe edip paniğe kapıldılar. Durumu uğursuzluk kabul edip: ''Burada efendisinden kaçan bir kul
vardır. Kur'a atalım o meydana çıkar!'' diye söyleştiler. O zamâna kadar âdetleri kur'a kine isâbet ederse
onu cezâ olarak denize atmaktı. Âdetleri gereği kur'a çektiler. Kur'a Yûnus aleyhisselâma çıktı. O zaman
Yûnus aleyhisselâm bunun kendisi hakkında ilâhi bir imtihan olduğunu kabul edip tevekkülle; ''O âsi kul benim!''
dedi. Gemidekiler Yûnus aleyhisselâma bakıp sâlih bir kimse olduğunu anlayıp; ''Bu zât köleye benzemiyor!''
diyerek yeniden kur'a çektiler. Kur'a yine hazret-i Yûnus'a isâbet etti. Üçüncü defâ çekilen kur'a da Yûnus aleyhisselâma
isâbet etti. Bâzıları; ''Şüphesiz bu kişinin suçu olmalı!'' dediler. Yûnus aleyhisselâm yolcuları Allahü teâlâya imân etmeye dâvet etti. Fakat gemidekiler
Yûnus aleyhisselâmı denize attılar. O an gece vaktiydi. Yûnus aleyhisselâmı bir balık yuttu. O zaman cenâb-ı
hak balığa emredip onu yaralamamasını, kemiklerini kırmamasını bildirdi. Balık bu
hal üzere hazret-i Yûnus'u alıp denizin derinliklerinde kayboldu. Yûnus aleyhisselâm balığın karnında
sağ, aklı başında ve şuûru yerindeydi. Balığın karanlık vücûdunda çok üzgün bir
halde: ''Yâ Rabbi! Emir ve hüküm senindir. Fakat Nineve'ye dönmeye ve kavmimi imânlı bir şekilde görmeye ümidim
sonsuzdur. Bütün bunlara rağmen senin takdirin ne ise ona râzıyım.'' dedi. O sırada bâzı sesler işitti.
''Bu nedir acabâ?'' diye söylendi. Allahü teâlâ ona balık karnında olduğunu vahyederek: ''Ey Yûnus! Bu sesler
beni denizde zikreden canlıların sesleridir!'' buyurdu. Yûnus aleyhisselâm balığın karnında
dahi her zaman zikre devam ediyordu. Melekler onun sesini işitip Allahü teâlâya arz ettiler. Allahü teâlâ; ''Bu kulum
Yûnus'un sesidir. Bir hâli sebebiyle onu denizde bir balığın karnında hapsettim.'' buyurdu. Yûnus aleyhisselâm
''Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minezzâlimin (senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni bütün nşksanlıklardan
tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum.'') (Enbiyâ sûresi 87) duâsına devâm etti. Bu duâsı
ve tesbihi onun kurtuluşuna sebep oldu. Balığın karnında üç, yedi veya kırk gün kaldıktan
sonra kurtuluşa erdi. Yûnus aleyhisselâm balığın karnından Muharrem ayının onuncu (Âşure)
günü çıktı. Balık onu çıkarıp sâhile bıraktığında; Yûnus aleyhisselâm zayıflamış,
bitkin, hasta bir durumda ve himâyeye muhtâçtı. Cenâb-ı Hak isyânıyla orada hazret-i Yûnus'u güneşin yakıcı
sıcağından gölgelendirerek geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen bir ağaç veya bitki bitirdi.
Bu ağaç sinek ve haşerâtın zararını da önlemekteydi. Cenâb-ı Hak bir rivâyette o bitkiden hazret-i
Yûnus'a süt damlattı. Diğer bir rivâyette dağ keçisini emrine verdi. İyice kuvvetleninceye kadar o dağ
keçisi sabah akşam gelip hazret-i Yûnus'u emzirdi. Yûnus aleyhisselâm kendine gelince Allahü teâlâua şükredip ibâdete
başladı. Birgün kendisine gölge veren ağacın kuruduğunu görüp üzüldü. Allahü teâlâ ona vahy edip
kavmine dönmesini emir buyurdu ve kavminin tövbelerini kabûl ettiğini bildirmesini emretti. Yûnus aleyhisselâm kavmine gitmek üzere yola çıkıp, Nineve şehri yakınlarına
gelince gördüğü bir çobana kavminin durumunu sordu. Çoban da; ''Peygamberleri olan Yûnus aleyhisselâm onlara darılıp
gittiğinden kendi başlarına kaldı. Cenâb-ı Hak onlara azâb gönderdi. Azâb bulutları başları
üzerinde üç gün üç gece durdu. Fakat onlar bin bir pişmanlıkla aplaştılar. Yûnus aleyhisselâmı aramalarına
rağmen bir yerde bulamadılar. Netice de Allahü teâlâ onları bağışladı. Üzerlerinden azâbı
kaldırdı. Şimdi yolları gözetip kendilerine emir ve yasakları öğretecek Yûnus aleyhisselâmın
gelmesini bekliyorlar.'' dedi. Yûnus aleyhisselâm kendisinin bekledikleri kimse olduğunu ve gidip onlara haber vermesini
istedi- Çoban Nineve'ze gidip Yûnus aleyhisselâmın geldiğini haber verdi. İlk anda Yûnus aleyhisselâmın
geldiğine inanmayan Nineve halkı ağacın ve koyunun dile gelip, konuşması neticesinde inandılar.
Yûnus aleyhisselâmın bulunduğu tarafa gittiler. Yûnus aleyhisselâmı namaz kılarken buldular. Namazdan
sonra onu hasretle kucaklayıp özür dilediler. Berâberce şehre döndüler. Bundan sonra Yûnus aleyhisselâm onlara Allahü
teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Kavmi mesut ve iyilik üzere oldular. Yûnus aleyhisselâm seksen üç
yaşında ibâdet hâlindeyken Nineve'de vefât etti. Vefât ettiği yer hakkında başka rivâyetler de vardır. Mucizeleri: 1-Yûnus aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerimde bildirildiği üzere balığın
karnında üç, yedi veya kırk gün yaşamıştır.
2- Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle bulutlardan ateş çıkardı.
Bir gün Nineve ve ahâlisi kendisinden bulutlardan ateş çıkarılmasını istediklerinde duâ etti ve bulutlardan
ateş düşüp memleketin bir bölgesindeki ağaçları yaktı.
3- Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle dağdan su çıkmıştır.
4- Yûnus aleyhisselâmın peygamberliğine bir keler şehâdet
etmişti. Nineviler Yûnus aleyhisselâmdan mûcize isteyince, Allahü teâlânın emriyle dağa işâret etti. Dağdan
çıkan bir keler dile gelerek; ''Ey insanlar! Biliniz ki, Yûnus Hak peygamberdir. Sizi Cennet'e, Rabbinizin mağfiretine
devam ediyor.'' dedi.
5- Yûnus aleyhisselâm
Nineve hâkimini imâna dâvet etti. O zaman Hâkim; ''Kapımda bulunan şu demir halka altın olursa imân ederim.''
dedi. Yûnus aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle elini kapının halkasına koydu. Demir halka altın
hâline geldi.
6- Yûnus aleyhisselâm odun
olmadığı halde su üstünde ateş yakmıştır.
7- Yûnus aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm gibi güzel sesli olduğundan, tatlı sesli
vahşi ve yırtıcı hayvanlara da tesir eder, onu dinlemek için etrâfında toplanırlardı. Yûnus aleyhisselâmın hayâtı ve başına gelen
hâdiseler hakkında Kur'ân-ı kerimin Sâffat, Nisâ, Yûnus, Enbiyâ, Kalem sûrelerinde haber verilmektedir. Peygamber
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de hadis-i şerifte buyurdu ki: Balığın karnındayken Yûnus'un
(aleyhisselâm) yaptığı duâ; ''Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minez-zâlimin'' idi. Müslüman bir kişi
bu duâyı her ne şey için okursa, Allahü teâlâ elbette onu kabul eder. Hiçbir kula, Yûnus bin Metâ'dan (aleyhisselâm)
daha hayırlıyım, demek yakışmaz.
| Yusuf Aleyhisselam | Mısır ahâlisine gönderilen
peygamber. Yakub aleyhisselamın oğludur. Annesinin ismi Râhil’dir. İsrailoğullarından (Yakub
aleyhisselamın neslinden) gönderilen ilk peygamberdir.
Küçük yaştayken annesi vefat eden Yusuf aleyhisselamı
ve küçük kardeşi Bünyâmin’i babaları olan Yakub aleyhisselam şefkâtle bakıp büyütüyordu. Çünkü onlar
anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Annesinin vefatından sonra Yusuf aleyhisselam halasının
yanında kaldı. Halasının vefatından sonra tekrar babasının yanına döndü. Yakub aleyhisselamın
diğer hanımlarından olan Rabil, Şem’un, Lâvî, Yehûda, İsâhar, Zablun, Dân, Neftâli, Câd ve
Âşir adlı oğulları Yusuf ve kardeşi Bünyamin’i babalarının daha çok sevmesini kıskanıyorlardı.
Yusuf
aleyhisselam yedi veya on iki yaşlarındayken on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiklerini
rüyâsında gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı. Oğlu Yusuf’un anlattıklarını
dinleyen Yakub aleyhisselam on bir yıldızın diğer oğulları güneşin kendisi, ayın da
hanımı olduğu şeklinde tâbir etti. İleride hazret-i Yusuf’un büyük nîmetlere kavuşacağını
ve ona peygamberlik verileceğini anladı. Bu rüyâyı duydukları takdirde kardeşlerinin kendisini daha
çok kıskanacaklarını ve şeytanın vesvesesiyle ona bir kötülük yapabileceklerini düşünerek, rüyâsını
kardeşlerine anlatmamasını hazret-i Yusuf’a söyledi.
Yakub aleyhisselamın oğlu hazret-i
Yusuf’u kendilerinden daha çok sevmesi sebebiyle kıskançlıkları iyice artan diğer oğulları
toplanıp aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun
için de iki yol düşündüler. “Ya öldürürüz veya onu babamıza ulaşamayacağı bir yere bırakırız.
Böylece babamızın sevgisini kendimize çekeriz.” dediler.
İçlerinden biri (Rabil veya Yehûda);
“Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusuf’u öldürmeyin. Onu büyük bir kuyunun dibine bırakın ki,
oraya uğrayan yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götürür. Böylece Yusuf babamızdan uzaklaştırılmış
olur.” dedi. Diğerleri de bu görüşü benimseyip hazret-i Yusuf’u kuyuya atmaya karar verdiler.
Ertesi
gün hep birlikte Yakub aleyhisselama giden oğulları koyunlarını otlatmak için kıra gideceklerini,
kardeşleri Yusuf’u da çok sevdikleri için, yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Kardeşlerinin
Yusuf’a birşey yapacaklarından çekinen Yakub aleyhisselam: “Onu götürmeniz beni mahzûn eder. Siz ondan
habersizken onu kurt yemesinden korkarım.” dedi.
Oğulları babalarına karşı yemin
ederek; “Biz kuvvetli bir toplulukken, onu kurt yerse âciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz.” diyerek hîle
ile hazret-i Yusuf’u babalarından aldılar. Yakub aleyhisselam oğullarının ısrârı
ve hazret-i Yusuf’un da onlarla gitmek istemesi karşısında takdire râzı oldu. Kardeşleri babalarından
uzaklaşınca Yusuf’a eziyet etmeye başladılar. Bir müddet sonra atmayı kararlaştırdıkları
kuyunun başına vardılar. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın elbiselerini soydular. İpe bağlayıp
kuyuya sarkıttılar. Kuyunun yarısına kadar varınca da ipi kestiler. Yusuf aleyhisselam suyun içine
düştüğü sırada şu duayı okudu: “Ey gâib olmayan Şâhit! Ey uzak olmayan Karîb! Ey Mağlup
olmayan Gâlib! Beni bu musîbetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”
Yusuf aleyhisselam
kuyuda dua edip Allahü teâlâyı zikretmeye başladı. Yusuf aleyhisselamın zikrini duyan melekler onun etrâfına
toplanıp, teselli ettiler. Cebrâil aleyhisselam da gelip ona arkadaşlık etti.
Yusuf aleyhisselamın
kardeşleri de, onun sırtından çıkardıkları gömleği kestikleri bir hayvanın kanına
buladılar ve babaları Yakub aleyhisselama götürdüler. “Ey bizim babamız, hakîkaten biz gittik. Yarış
edecektik. Yusuf’u da eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş.”
dediler. Kesmiş oldukları hayvanın kanına buladıkları gömleği getirdiler. Yakub aleyhisselam
onların yalan söylediklerini anlayarak; “Hayır nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürüklemiş.
Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü teâlâdan
yardım isterim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü. Gömleğin
hiç yırtılmamış olduğunu görüp; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden
fazlaymış. Vallâhi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de, sırtındaki
gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire râzı olup sabr-ı cemilin kendisi için en güzel
yol olduğunu söyledi.
Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra Medyen’den gelip Mısır’a
gitmekte olan bir kervan kuyunun yanında konakladı. Su almak için vazîfeli olan bir kişi kovasını
kuyuya saldığı zaman Yusuf aleyhisselam kovaya sarıldı. Kova yukarı çekilince Yusuf aleyhisselam
da kovayla berâber dışarıya çıktı. Kovayı çeken kişi güzel yüzlü bir çocuğun da kovanın
ipine tutunup çıktığını görünce şaşırdı. Onu yanına alıp, kâfiledekilere
götürdü. Böylece Yusuf aleyhisselam kuyudan çıkıp kurtuldu. Bu sırada hazret-i Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinden
biri ona yiyecek vermek üzere attıkları kuyunun yanına gelmişti. Onun kervancılar tarafından
kuyudan çıkarılmış olduğunu görünce diğer kardeşlerine haber verdi. Kervancıların
yanına gelen kardeşleri; “Bu bizim kölemizdi, kaçtı. İsterseniz onu satın alıp başka
bir memlekete götürün.” dediler. Yusuf aleyhisselamı da; “Bizi yalancı çıkarma, seni öldürürüz.”
diye korkuttular. Kervancılar paralarını mala yatırdıklarını, yanlarında bulunan birkaç
dirhemi verebileceklerini söylediler. Asıl maksatları Yusuf aleyhisselamı satmak olmayıp, babalarından
uzaklaştırmak olan kardeşleri, kervancıların verdiği birkaç dirheme râzı olup onu sattılar.
Kervancılar
hazret-i Yusuf’u Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse onu satın almak isteyince
fiyatı yükseldi. O sırada Mısır Azîzi, yâni Mâliye Nâzırı (Bakanı) olan Kıtfîr (veya
İzfîr) Yusuf aleyhisselamı kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Eve varınca da hanımına,
ona iyi muâmele etmesini ileride kendilerine faydalı olabileceğini söyledi. Yusuf aleyhisselamı satın
alan Mısır Azîzi’nin hanımı Zelihâ (veya Züleyha) idi ve çocukları olmamıştı.
Bu yüzden Azîz, Yusuf aleyhisselamı evlâd edinmeyi düşündü. Yusuf aleyhisselam Azîz’in evinde gâyet rahattı.
Azîz’in hanımı genç ve güzel bir kadındı. Azîz ise, ınnîn, yâni iktidarsız idi.
Yusuf
aleyhisselam ise, akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Yüzünde parlayan nübüvvet (peygamberlik) nûru herkesi
hayran bırakırdı. Bu hal Züleyhâ’nın ona âşık olmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselama
karşı süslenip onu kendine çekmek için çalıştı. Fakat Yusuf aleyhisselam Allahü teâlânın yardımıyla
ona hiç îtibâr etmedi. Züleyhâ sonunda kapıları kapadı ve ondan murâd almak istedi. Yusuf aleyhisselam: “Efendim
(Kıtfîr) iyi bakman için beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyânet
etmekten Allah’a sığınırım.” dedi.
Yusuf aleyhisselamın kendisine îtibâr
etmediğini gören Züleyhâ ona iftirâ etti. Züleyhâ’nın Yusuf aleyhisselama yaptıkları bir müddet
sonra Mısır ahâlisi tarafından duyuldu. Haber sarayda vazîfeli kimselerin hanımları tarafından
da duyulunca, kadınlar: “Züleyhâ, Ken’anlı kölesi Yusuf’un nefsinden murâd almak istiyormuş.
O gencin sevgisi onun yüreğine işlemiş, onu deli etmiş. Azîzin hanımı olduğu halde, Züleyhâ’nın
bir köleye gönül vermesini açık bir hatâ olarak görüyoruz.” dediler.
Züleyhâ Mısırlı kadınların
kendisi hakkındaki sözlerini işitti. O kadınların da Yusuf aleyhisselamı görmesi için bir ziyâfet
tertip etti. Kendisini ayıplayan kadınlarla berâber şehir eşrâfından kırk kadar hanımı
dâvet etti. Onlar için bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler de hazırlattı. Misâfirler gelip kendileri için
hazırlanan yemekleri yemeye başladılar. Züleyhâ, başka bir odada bulunan Yusuf aleyhisselamın kadınlara
görünmesini istedi.
Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’dan çekindiği için, emrine karşı gelmeyip kadınlara
göründü. Kadınlar Yusuf aleyhisselamı görünce cemâlinin heybetinden yüzünün güzelliğinden kendilerini unuttular.
Meyve yerine hiç acı duymadan ellerini kestiler. Onun güzelliğini ve cemâlinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi.
Böylece, onun melek olmadığını bildikleri halde; “Bu bir melektir.” demekten kendilerini alamadılar.
Onların bu hâlini seyreden Züleyhâ; “İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya
lâyıksınız. Çünkü onu bir defâ görmekle kendinizi kaybedip ellerinizi kestiğinizin bile farkında
olmadınız. Ben ise, uzun zamandır onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu hâlinize düşüp, hayranlığımdan
dolayı kendimden geçmedim. Şimdi gördüğünüzü önceden görseydiniz, beni kınamazdınız.”
dedi.
Sonra da onlara; “Duyduğunuz gibi ben ondan bu iş için talepte bulundum. O ise, bu husustaki
teklifimi kabul etmedi. Eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindanlarda sürünür.” dedi. Misâfir
gelen kadınlar Yusuf aleyhisselamın etrâfına toplanıp; “Azîzin hanımının emrine karşı
gelmen sana bir fayda getirmez.” diye Züleyhâ’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Yusuf aleyhisselam
kadınların fuhşu güzel gösteren hîleleri ve sözleri karşısında Allahü teâlâya sığınıp
dua etti. Başına gelen bu musîbetten korunmasını niyâz etti:
“Ey Rabbim! Zindan
bana bu (Mısırlı) kadınların beni dâvet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer
sen onların hîlelerini benden çevirmezsen (beni ismet üzere sâbit kılmak sûretiyle korumazsan, ben ihtiyârî
olmayan tabiî bir meyl ile) onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dâhil olurum. Bunun üzerine Rabbi onun duasını
kabul etti. Kadınların hîlelerini, şerlerini ondan çevirdi. Çünkü O (Allahü teâlâ, kendine tazarrû
ve ilticâ edenlerin dualarını) işitici ve (hallerini) bilicidir.” (Yusuf
sûresi: 33)
Züleyhâ’nın kocası Azîz, Yusuf aleyhisselamın yapılan soruşturma netîcesinde
suçsuzluğunu anlamış olduğu için herhangi bir cezâ vermeye lüzum görmemişti. Fakat yayılan dedikoduları
kesmek için ve Züleyhâ’nın baskılarına boyun eğerek Yusuf aleyhisselamın hapsedilmesine karar
verdi. Böylece hazret-i Yusuf zindana atıldı. Uzun zaman zindanda kaldı. Zindanda ne kadar kaldığı
kesin olarak bilinmemektedir.
Yusuf aleyhisselamla birlikte Mısır Firavununun ekmekçisi ve şerbetçisi
de hapishânedeydiler. Yusuf aleyhisselam zindandayken hastaları ziyâret eder, geceleri dâimâ namaz kılar, Rabbini
zikrederdi. Kendisine Allahü teâlâ rüya tâbiri ilmini öğretti. Yusuf aleyhisselam Firavun’un ekmekçisi ve şerbetçisinin
görmüş oldukları rüyâyı tâbir etti. Birisi rüyâsında üzüm sıktığını, diğeri
de başının üzerinde ekmek taşıdığını ve bu ekmekten kuşların yediğini
görmüştü. Yusuf aleyhisselam rüyâsında üzüm sıkanın serbest bırakılacağını, ekmek
taşıyanın ise îdâm edileceğini söyledi. O kimselerin rüyâları, yorumladığı gibi çıktı.
Şerbetçi serbest bırakılıp eski vazîfesine döndü, ekmekçi de asıldı ve başının
etini kuşlar yedi.
Yusuf aleyhisselam zindandayken Mısır hükümdarı bir rüyâ görmüştü. Dehşetle
uykusundan uyanıp; “Ben rüyâmda yedi semiz ineğin yedi zayıf ineği yediğini ve yedi yeşil
başak, yedi de kurumuş başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüyâ tâbiri biliyorsanız, bu rüyâmı
yorumlayın.” dedi. Onlar “Biz böyle rüyâların yorumunu bilmeyiz.” dediler. Bu sırada daha
önce Yusuf aleyhisselam ile zindanda kalan şerbetçi kendi rüyâsını tâbir ettirdiğini hatırlayarak;
“Ben bu rüyânın yorumunu yaptıracağım. Beni Yusuf’un (aleyhisselam) bulunduğu zindana
götürüp onunla görüştürün” dedi. Şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına götürdüler. O da Mısır
hükümdârının rüyâsını anlatıp yorumunu istedi.
Allahü teâlâ Yusuf aleyhisselama zindandayken
peygamberlik emrini bildirdi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının rüyâsını tâbir etmeden önce
Allahü teâlânın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. Gelecek yemekler daha gelmeden önce cinsini ve tadını
haber verdi. Peygamber âilesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Zindandayken insanları
tevhid inancına dâvet etmeye başladı. Zindandakilere; “Ey zindan arkadaşlarım! Çok sayıdaki
putlarınız mı hayırlı, yoksa (zâtında ve sıfatlarında) tek ve her şeye gâlib
olan Allahü teâlâ mı?” dedi. Arkadaşlarına tevhid inancını, inanmanın gerekli olduğunu
ve hak dînin emir ve yasaklarını anlattı.
Yusuf aleyhisselam hükümdarın rüyâsını yorumlayıp;
“Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları
yersiniz.” buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yusuf aleyhisselamı istedi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının
elçisine; “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru (hâli) neydi? Kendisine sor. Benim Rabbim onların
hîlelerinin ne olduğunu (ne söylediklerini, ne yaptıklarını) elbette bilir.” dedi. Elçi, hükümdarın
yanına dönüp Yusuf aleyhisselamın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o kadınları
yanına getirtip; “Yusuf’un nefsinden Murâd almak istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ’nın
emrine itâat etmeye teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük, şüphe
götürür bir hareket gördünüz mü?” dedi. Kadınlar “Hâşâ! Biz onun hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına
muttalî omadık.” dediler. O mecliste bulunan Azîzin hanımı Züleyhâ da; “Şimdi hak (doğru)
ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.”
dedi. Böylece Yusuf aleyhisselamın suçsuzluğu ve senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu
ortaya çıktı.
Mısır hükümdârı Yusuf aleyhisselama tekrar elçi gönderip; “Onu bana getirin,
kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.” dedi. Hükümdârın dâvetini kabul eden
Yusuf aleyhisselam zindandan çıktı. Zindanın kapısına da; “Burası belâ, musîbet ve hüzün
evi, dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir.” diye yazdı.
Yusuf aleyhisselam
hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok iltifatta bulundu. Hükümdar görmüş olduğu rüyâ ile
ilgili ne gibi tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yusuf aleyhisselam; “Bolluk senelerinde çok ekip,
ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan
kalır, hem de saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları kadarını
yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde
sizin ve çevredeki insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.” dedi. Yusuf aleyhisselamın
tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; “Bu işleri yapmakta bana kim yardım eder?” dedi. Yusuf aleyhisselam
ona; “Arzın (Mısır’ın) hazînelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim.
Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.” buyurdu.
Yusuf aleyhisselamın teklifinden
bir sene sonra Mısır Azîzi (Mâliye Nâzırı) öldü. Hükümdar hazret-i Yusuf’u onun yerine Mâliye Nâzırı
yaptı. Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazînelerin anahtarlarını ona teslim etti. Hükümdar bütün
yetkilerini de ona verdi. Memleketin her tarafında Yusuf aleyhisselamın emri geçer oldu. Yusuf aleyhisselam, Azîzin
ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle gelen ve Allahü teâlâya îmân etmiş olan Züleyhâ’yı
Allahü teâlânın emriyle kendine nikâhlayıp onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’ya: “Bu senin
istemiş olduğundan hayırlı değil mi?” dedi. Züleyhâ da ona: “Ey Sıddîk! Beni kınama.
Bildiğin gibi ben, mal, mülk, güzellik gibi dünyâ nîmetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara
yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin.” diye cevap verdi. Yusuf aleyhisselamın
Züleyhâ’dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu.
Yusuf aleyhisselam yetkileri eline
alınca kıtlık senelerinin geleceğini düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını
yaptırdı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri buralarda depoladı.
İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi sene olan bolluk seneleri geçip, peşinden bütün şiddetiyle
kıtlık başgösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri
bitirdiler. Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf aleyhisselam kim olursa olsun,
kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten aslâ ayrılmazdı.
Mısır hükümdârı ve pekçok kimse onun adâleti ve güzel huyları sebebiyle Allahü teâlâya inanmışlardı.
Mısır’dan
ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın gelip Yusuf aleyhisselamdan yiyecek alıyorlardı. Babası
Yakub aleyhisselamın ve kardeşlerinin yaşadığı Ken’an diyârında da kıtlık
baş gösterdiğinden Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamın anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin hâricindeki
on oğlunu Mısır’a erzak almak üzere gönderdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a
varınca hazret-i Yusuf onları tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yusuf’u tanıyamadılar. Fakat,
hazret-i Yusuf onların kim olduklarını, nereden geldiklerini sordu. Onlar dediler ki: “Biz Ken’an
vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on evlâdıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde
kıtlık var. Babamız bizi buraya erzak almaya gönderdi.” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Şimdi
babanız nerede ve kiminle berâberdir?” deyince, onlar da; “Ken’an ilinde bizim en küçük kardeşimizle
berâber kaldı. Babamızın küçük kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha
vardı. Kırda telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu yanından hiç ayırmaz.
Oğlu Yusuf’a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez oldu.” dediler.
Yusuf aleyhisselam her bir kardeşi
için birer deve yükü erzak hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice tekrar
yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini de getirmelerini istedi. Getirmedikleri
takdirde erzak vermeyeceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca
babalarına, Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini anlattılar.
Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır’a gittiklerinde kardeşleri Bünyamin’i
de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yakub aleyhisselam Bünyamin’i
göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân olarak yüklerinin içine konulduğunu
gördüler. Bunun üzerine babalarına; “Ey babamız! Daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş.
Biz onunla tekrar âilemize zahîre getiririz. Kardeşimizi de koruruz. Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahîre
de fazla alırız. Bu seferki aldığımız zahîre az bir ölçektir, bizi idâre etmez.” dediler.
Bünyamin’i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla birlikte tekrar Mısır’a gönderdi. Onlara
da; “Daha önce Yusuf’a olanı biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en merhametlisidir.”
dedi.
Yakub aleyhisselamın oğulları ikinci defâ Mısır’a gittiler. Bünyamin’i Yusuf
aleyhisselamın yanına getirdiler. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer kardeşlerinden
ayrı olduğu sırada kardeşi Bünyamin’e kendisini tanıttı. Bir tedbirle onu göndermeyeceğini
bildirdi. Her bir kardeşi için bir deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi Bünyamin’in yükünün içine
Mısır hükümdârının altından yapılmış su tasını koydurdu.
Yakub
aleyhisselamın oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları sırada saraydan
bir vazîfeli gelerek; “Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız.” dedi. Yusuf aleyhisselamın
kardeşleri geri dönerek; “Ne kayboldu. Aradığınız nedir?” diye sordular. Vazîfeli; “Hükümdârın
tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahîre var. Ben de buna kefilim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri;
“Vallahi muhakkak siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz.”
dediler. Vazîfeli ve yanındakiler; “Eğer sözünüzde yalancı çıkarsanız sizin dîninizde hırsızlığın
cezâsı nedir?” dediler. Yakub aleyhisselamın oğulları; “Su kabını çalanın cezâsı
kimin yükünde bulunursa, çalan kimse, mal sâhibinin kölesi olur. Biz hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.”
dediler.
Saray vazîfelileri Yakub aleyhisselamın oğullarının yüklerini aradılar. Su
tası en son aradıkları Bünyamin’in yükünde çıktı. Bunun üzerine Yakub aleyhisselamın bildirdiği
dînin hükümlerine göre Bünyamin Mısır’da alıkonuldu. Yakub aleyhisselamın oğulları: “Ey
Azîz! Hakikat, onun (Bünyamin’in) ihtiyar ve çok muhterem bir babası var. Kaybolan kardeşimizin acısını
onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun yerine birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân edenlerden
görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.” dediler.
Yusuf aleyhisselam: “Eşyâmızı yanında
bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü
bu takdirde (dîninize uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre) biz de elbette zâlimlerden oluruz.” dedi.
Yakub
aleyhisselamın büyük oğlu ve Şem’un da, babam bana izin verinceye kadar gelmem, deyip Mısır’da
kaldı. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları Mısır’dan ayrılıp utanarak ve
sıkılarak babalarına geldiler; “Ey babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin hırsızlık
yaptı. Biz ancak gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını
gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten çaldı mı, yoksa onun haberi olmadan eşyâsı arasına mı
kondu? bilmeyiz. Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz (kendisinden döndüğümüz) şehre (Mısır
halkına) da aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakîkaten doğru söyleyicileriz.” dediler.
Yakub aleyhisselam bu habere çok üzülüp, anlatılanlara inanmadı. Fakat; “Artık bana düşen sabr-ı
cemildir. Umulur ki, Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü teâlâ Alîmdir, Hakîmdir.”
dedi.
Allahü teâlânın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan
Yakub aleyhisselam son derece üzüntülü ve kederli olmasına rağmen, hâlini Allahü teâlâdan başkasına arz
etmedi. Başına gelen musîbetlere rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir gün oğullarına kavuşacağını
ümit eden Yakub aleyhisselam; “Ey oğullarım! Mısır’a gidin, Yusuf ile kardeşlerinden
haber sorun. Allahü teâlânın fadl ve ihsânından ümit kesmeyin. Çünkü hakîkat, kâfirler gürûhundan başkası
Allahü teâlânın fadl ve rahmetinden ümit kesmez.” dedi.
Yakub aleyhisselamın oğulları babalarının
tavsiyesi üzerine üçüncü defâ Mısır’a geldiler. Yusuf aleyhisselamın huzûruna varıp; “Ey Azîz!
Bize ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti. Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermâye ile
geldik. Bize daha önce tam bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu miktara karşılık
olan zahîreyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek sûretiyle hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zîrâ
Allahü teâlâ sadaka verenleri mükâfatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara: “Siz sonunun nereye varacağını
bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü anlayıp ondan tövbe
ettiniz mi?” dedi.
Bu sözler üzerine onlar bu kimsenin, kardeşleri Yusuf olabileceğini düşündüler.
Ona Yusuf olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını, çâresiz kaldıklarını
görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolayı, kendisinin kardeşleri Yusuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri;
“Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Evet, ben Yusuf’um ve bu kardeşim
Bünyamin’dir. Allahü teâlâ birbirimize kavuşturmakla bize ihsânda bulundu.” dedi. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın
üstünlüğünü ve ona yaptıklarından dolayı günahkâr olduklarını kabul ettiler. Yusuf aleyhisselam
onlara; “Bugün size bir kınama ve ayıplama yoktur.” dedi.
Kardeşlerine çok izzet ve ikrâmda
bulundu. Babası Yakub aleyhisselamın hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu sordu. Onlar
da; “Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” dediler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam
gömleğini çıkarıp onlara verdi ve; “Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne sürsün. O benim kokumu
koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra bütün âilenizi bana
getirin.” dedi. Yusuf aleyhisselam kardeşlerinin yol hazırlıklarını yaptırdı. Babası
Yakub aleyhisselama verilmek üzere bütün hânedânı ve akrabâsı ile birlikte Mısır’a gelmelerini isteyen
bir mektup da verdi.
Yakub aleyhisselam, oğulları Mısır’dan yola çıktıktan sonra
oğlu hazret-i Yusuf’un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yusuf aleyhisselama
duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu zannedebileceğini söylediler.
Nihâyet Yakub aleyhisselamın oğulları Ken’an diyârına yaklaşınca, onlardan birisi müjdeci
olarak gelip Yusuf aleyhisselamın gömleğini babasına verdi. Yakub aleyhisselam gömleği alıp yüzüne,
gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yakub aleyhisselam, bütün oğulları ve akrabâsıyla birlikte Ken’an
diyârından Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârı
ve halkıyla birlikte Yakub aleyhisselamı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını sarayına
götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üstüne çıkarıp oturttu. Hepsi (babası, üvey
annesi ve kardeşleri ona kavuştukları için) secde (şükür secdesi) ettiler.
Yusuf aleyhisselam babasına;
“Ey babam! İşte bu evvelce gördüğüm rüyânın tevili (yorumu)dir. Hakîkaten Rabbim o rüyâyı tahakkuk
ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını (hased
ile) açtıktan sonra, Allahü teâlâ sizi çölden (Ken’an diyârından) getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği
şeyleri hakkıyla bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirdiği vakit ve şekilde yapan odur.” dedi.
Kardeşlerini affettiğini bildirdi.
Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamla birlikte on seneden fazla yaşadıktan
sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halîlürrahmân denilen yere defnedildi. Yusuf aleyhisselam
babasının vefatından sonra bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat etti. Mısır’da
herkes Yusuf aleyhisselamı kendi mahallesine defnetmek istiyordu. İş kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer
bir Sandukaya koyup Nil Nehri kıyısına (veya Nil Nehrinin ortasına) defnetmekte anlaştılar.
Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Musa aleyhisselam kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın
da medfûn bulunduğu Halîlürrahmân’da defnedildi.
Yusuf aleyhisselamın güzelliği fevkalâdeydi.
Âdem aleyhisselama çok benzerdi. Mısır sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş
ışıklarının yansıması gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne bakmak isterse hemen
gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara rağmen Yusuf aleyhisselama güzelliklerden sâdece bir parça
verilmişti. Muhammed aleyhisselama ise tamâmı verilmişti.
Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimize, siz
mi güzeldiniz, Yusuf âleyhisselâm mı güzeldi? diye sorunca Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Kardeşim
Yusuf benden sabih (güzel), ben ondan melihim(sevimliyim). O’nun görünen güzelliği
benim görünen güzelliğimden çoktur.” buyurdu. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) görünmeyen
güzelliği gösterilseydi, kimse bakmaya tâkat getiremezdi.
Eshâb-ı kirâmın gençleri, hazret-i Âişe
vâlidemizden Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe şu
şiiri söylemiştir:
Ve lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihî, Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin. Levîmâ
Zelihâ lev reeyne cebînehû, Le âserne bilkat’il kulûbi alel eydi.
Mısırdakiler, onun yanaklarının
güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi.
Yâni, bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ’yı kötüleyen
kadınlar, onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi (de acısını
duymazlardı).
Yusuf aleyhisselam güzel ahlâk sâhibi olup, Mısır Azîzinin hakkını gözeterek
Züleyhâ’nın tekliflerini reddetti ve iyilik gördüğü kimseye ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun doğruyu
söylemesine mâni olamadı. Allahü teâlâ onu Kur’ân-ı kerîmde “Sıddîk= Çok doğru sözlü”
olarak medh etti. Kendisine hıyânet ve zulmedenleri affediciydi. İnsanların rüyâlarını doğru
olarak tâbir ederdi. İnsanlara hizmet eder ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi. Yusuf aleyhisselam
iffet sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi. Mısır kadınları ile arasında geçen hâdise meşhurdur.
Mucizeleri:
Yusuf
aleyhisselamın üç çeşit mucizesi vardı:
1. Hazret-i Yusuf’un konuşması pek şirin,
çok tatlı olduğu için, herkesin kalbi ona meylederdi. Onun tatlı sözleri karşısında îmân eden
pekçoktu.
2. Hazret-i Yusuf’un yüzü güneş gibi nûrluydu. Hattâ bir kimse yüzüne bakmak istese, hemen gözlerini
çevirmeye mecbur olurdu. Bu nûrun tesiriyle, yâni başkasına sirâyetiyle huzûruna getirilen âmânın hemen gözleri
görmeye başlamıştı.
3. Yusuf aleyhisselamın duası bereketiyle ağaçların yapraklarından
güzel kumaş olmuştu. Huzûruna bir büyük kişi gelmiş, şu gördüğümüz ağaçların yaprakları
birbiriyle birleşip güzel kumaş olsun, diye mucize teklifinde bulunmuştu. Hazret-i Yusuf öyle dua edince, kıymet
biçilmez bir kumaş olmuştur.
Yusuf aleyhisselamın hayâtı, başından geçenler ve hikmetleri
Kur’ân-ı kerîmde Ahsen-ül-Kasas (kıssaların en güzeli) diye medh edilen Yusuf sûresinde
bildirilmiştir. Bu sûrede Yusuf aleyhisselamın başına gelenlerle, kavuştuğu ihsânlardan bahsedilir.
Hasedin noksanlık ve Allahü teâlânın yardımından mahrum kalmaya, sabrın ise sıkıntı
ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğu; Yakub aleyhisselamın sabrettiği için maksâdına kavuştuğu;
Yusuf aleyhisselamın sabrı ve doğruluğu anlatılmaktadır.
| Yuşa Aleyhisselam | İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerdenç
Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilmiş olup Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni veya vekiliydi. İsmi Yûşâ
olup, Hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Yûsuf aleyhisselâmın neslinden gelen Nûn'un oğludur.
Annesi Mûsâ aleyhisselâmın kızkardeşidir. Yûşâ aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dinin esaslarını
insanlara tebliğ etti. Mısır'da doğan Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın husûsi talebesi,
hâlis hizmet görücüsü ve en yakın dostlarındandı. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un zulmü üzerine Allahü teâlânın
emriyle kendine inanan ve tâbi olanlarla birlikte Mısır'dan Tih sahrasına hicret ederken Yûşâ aleyhisselâm
da onunla beraber bulundu. Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere çıktığı
yolculukta onunla berâber bulundu. Mûsâ aleyhisselâm Hızır aleyhisselâmla karşılaşınca Yûşâ
aleyhisselâm geriye döndü. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmın kavmine Arz-ı Mev'ûdu (Filistin ve Şam bölgesini)
ihsân edeceğini bildirdi. Fakat isrâiloğulları o beldelerde zâlim ve zorba bir kavim olan Amâlikalıların
bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahyedip: ''Ey Mûsâ! Ben burayı
sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla
harp et. Zirâ onlara karşı sizin yardımcınız benim. Kavminden her koldan bir temsilci (nakib) seç
al. Onlar vefâkar ve itâatkar olsunlar.'' buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm her bir koldan iyi haber toplayan, sözünde
sâdık ve vefâkar birer temsilci seçti. Bunları Eriha şehri ve ahâlisi hakkında bilgi toplamak için gönderdi.
Aralarında Yûşâ bin Nûn'un da bulunduğu haber toplamakla vâzifeli kimseler Eriha'ya gittiler. O belde ahâlisinin
iri cüsseli, çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce korktular. Geriye dönüp kavimlerine gördüklerini anlatarak
onların harbe gitmelerine mâni oldular. Mûsâ aleyhisselâmın kavmi, gelen temsilcilerin anlattıklarını
dinleyip harp etmekten vaz geçtiler. İçlerine korku düşüp, feryâda başladılar: ''Keşke Mısır'da
ölseydik. Yâhut burada ölsek de, Allah bizi o zâlimlerin memleketine sokmasa, yoksa hanımlarımız, çocuklarımız
ve mallarımız ganimet olarak kalacak.'' dediler. Temsilciler içinde bulunan, Allahü teâlânın kendilerinden
''İsmet ve tevfik'' ile haber verdiği Yûşâ bin Nûn ile Kâlib bin Yuknâ ise kavimlerine gelip, Eriha beldesi
ahâlisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabilelerden o belde ahâlisi hakkındaki haberleri duyanlara ise
korkulacak birşey olmadığını, Allahü teâlânın yardım ve inâyetiyle Eriha'nın fethedileceğini
bildirip, Mûsâ aleyhisselâma yardımcı olmaya çalıştılar. Onlara dediler ki:
Ey İsrâiloğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından
hemen girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları gidip gördük ve
öğrendşk. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhi mentânetleri
yoktur.) Bir defâ kapıdan girdiniz mi ( Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size gelmesiyle) elbette
siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın
kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Mûsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanıyor,
imân ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız.
Size ilâhi yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde) Allahü teâlâya tevekkül ediniz. ( O'na itimad
ediniz. Yanlız o'na güveniniz ve cihâddan geri durmayınız.) (Mâide sûresi: 23). Fakat İsrâiloğulları
onların söylediklerine inanmadılar ve Mûsâ aleyhisselâmın nasihatlerine uymadılar. Yûşâ bin Nûn ve
Kâlib bin Yuknâ aleyhisselâm taş ve sopalarla öldürmek istediler. İsrâiloğulları Yûşâ bin Nûn ve
Kâlib bin Yuknâ'yı taşlayıp, Mûsâ aleyhisselâma karşı gelerek Allahü teâlâ isyân edince Mûsâ aleyhisselâm
üzüldü. Allahü teâlâ isrâiloğullarını kırk sene müddetle Ary-ı Mev'ûd denilen bölgeye girmelerini
haram kıldığını bildirdi. ''Biz harbe gitmeyiz'' diyerek isyân eden kimseler kırk sene
müddetle Tih sahrasında şaşkın bir hâlde dolaştılar. Kırk sene içinde öldüler. Kırk
senenin sonuna doğru Hârûn aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm vefât ederken yerine Yûşâ aleyhisselâmı
halife bıraktı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâmı da İsrâiloğullarına peygamber olarak vazifelendirdi.
Bu sırada Mûsâ aleyhisselâma karşı çıkıp; ''Biz harbe gitmeyiz'' diyen kimseler ölmüş, onların
yerlerine oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâma isrâiloğullarını
toplayıp Tşh sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev'ûd denilen bölgeye gidip cebbârlarla
(zâlimlerle) harp etmesini emretti. Yûşâ aleyhisselâm İsrâiloğullarını toplayarak Eriha şehrini
kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir cumâ günü akşam üzeri mûcizeler göstererek şehri
fethetti. Yûşâ aleyhisselâm ve o'na inananlar Eriha'yı fethettikten sonra İlyâ (Eyliyâ) şehrini de aldılar.
Bu şehrin Yûşâ aleyhisselâm tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin hükümdarlarından
beşi bir araya gelip İsrâiloğullarıyla topluca savaşa girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezimete
uğradılar. Yûşâ aleyhisselâm Eriha
ve İlyâ şehirlerini ve civârını fethettikten sonra Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrini
de fethedip, Belâk adındaki hükümdarını ve İsm-i A'zam duâsını bildiği halde Yûşâ
aleyhisselâmın ordusuna karşı bedduâ etmeye teşebbüs eden, fakat ibret için dili göğsü üzerine sarkık
kalan Bel'âm bin Bâûrâ'yı öldürdü. böylece Belka şehride fethedilmiş oldu. Eriha, İlyâ ve Belka şehirlerinin
fethedilmesinden sonra Arz-ı Mev'ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyarı da peyderpey İsrâiloğullarının
eline geçti. Fetihler yedi sene devâm edip Kudüs şehri de Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar tarafından fethedildi.
Bu bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yûşâ aleyhisselâm batıda beş şehre gidip orayıda
düşmanlardan aldı. Daha sonra Şam diyârına giderek orada yerleşmiş otuz bir hükümdarlığın
beldelerini zaptetti. Putperest ve Allahü teâlâya isyân eden hükümdarları öldürtüp memleketlerini İsrâiloğulları
arasında taksim etti. İsrâiloğullarını Arz-ı Mev'ûd'a yerleştiren Yûşâ aleyhisselâm,
onlara Mûsâ aleyhisselâma nâzil olan Tevrât'ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü teâlâya imân
ve ibâdet üzere kalmalarına çalıştı. Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından
sonra yirmi yedi yıl insanlara Allahü teâlânın emirlerini bildirdi. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Yerine
Kâlin bin Yuknâ'yı halife tâyin etti. Yüz yirmi yedi yaşında vefât etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki
Mearre şehrinde olduğu rivâyet edilir. Yûşâ aleyhisselâm İstanbul'a hiç gelmedi. Beykoz Tepesinde ziyâret
edilmekte olan kabrin Yûşâ peygambere âit olduğu söyleniyorsa da târihi bilgilere uygun değildir. Bu bir veli
veyâ havârilerden birine âit olabilir. Böyle ise yine kıymetlidir. Kabrin Yûşâ peygambere âit olup olmadığını
kesin olarak söylemek uygun değildir. Yûşâ aleyhisselâm karayağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri gözlü,
yassı göğüslü bir görünüşe sahipti. Yüzünün güzelliği Yûsuf aleyhisselâma çok benzerdi. Cesûr, kahraman,
yiğit, harp taktik ve tekniğinde mahâret sâhibiydi. Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın hükümleriyle amel
edip, insanlara tebliğ etmekle vazifelendirilmişti. Tefsir âlimleri Mâide sûresi 23. âyetinde bildirilen Allahü
teâlâya imân edip, o'ndan korkanlardan iki kimseden birisinin ve Kehf sûresi 60- 65. âyetlerinde bildirilen Mûsâ aleyhisselâmın
Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere yolculuk ettiği sırada yanında bulunan gencin Yûşâ
aleyhisselâm olduğunu bildirmişlerdir. Mucizeleri: 1- Yûşâ aleyhisselâm,
Eriha'yı fethetmek üzere İsrâiloğullarını topladı. Yolculuk esnâsında Şeria (Ürdün)
Nehrinin suları çok olduğu için geçemediler. Nehrin üzerinde köprü de yoktu. Yûşâ aleyhisselâm duâ edince Şeria
Nehrinden bir yol açıldı. İsrâiloğulları o yoldan geçtikten sonra sular tekrar eskisi gibi akmaya
devâm etti.
2- Bir şehrin fethi esnâsında
kuşatma uzun sürmüştü. Bütün çalışmalara rağmen surlarda gedik açılmamıştı. Yûşâ
aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlânın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı.
Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar şehre girip fethettiler.
3-Yûşâ aleyhisselâm Kudüs şehrini fethetmek için muhâsara etti. Bir cumâ günü akşam
üzeri güneş batarken, güneşin bir müddet daha batmaması için Allahü teâlâya yalvardı: ''Ey Allah'ım!
Güneşi geri al!'' diye duâ etti. Allahü teâlânın emri ve takdiri ile batmak üzere olan güneş yükseldi. Bir
müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra battı. Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde bildirdiği hadis-i şerifte; ''Güneş hiçbir kimse için batmaktan
alıkonulmaz. Ancak Beyt-i Mukaddesi fethetmek için gittiği gecelerden birinde Yûşâ aleyhisselâm için batmaktan
alıkonuldu.'' buyuruldu.
| Zekeriyya Aleyhisselam | İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. İsmi Zekeriyyâ bin Âzan bin Müslim bin Sadun olup, soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır.
Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır. Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dinin emir ve yasaklarını
insanlara tebliğ etti. Marangozluk yapar elinin emeğiyle geçinirdi. Kavmi tarafından şehit edildi. Zekeriyyâ
aleyhisselâm zamânında Şâm vilâyeti Batlamyüsilerin elindeydi. Onlar Kudüs'te bulunan Beyt-ül-Makdis'e hürmet ederlerdi.
Beyt-ül-Makdis mâmur olup gece ve gündüz orada ibâdet edilirdi. Mescidde Hârûn aleyhisselâm neslinden din büyükleri vardı.
O zamanlarda İsrâiloğulları arasında peygamber yoktu. Bunlar bir peygamber göndermesi için gece gündüz
Allahü teâlâya duâ ettiler. Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis'te Tevrât yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyyâ aleyhisselâmı
peygamber olarak vazifelendirdi. Zekeriyyâ aleyhisselâm insanlara nasihat ederek doğru yola çağırdı. İsrâil
oğullarından onun bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha
çok oldu. Zekeriyyâ aleyhisselâm, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun kızı olan Elisa ile evlendi. Elise ile
hazret-i Meryem kardeş olup babaları İmran idi. İmrân önce Elisa'nın annesi ile sonra bunun başka
erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti. Hazret-i Meryem'in annesi olan Hunne; ''Cenâb-ı Hak bana bir
oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis'e hizmetçi yapacağım.'' diye adakta bulundu. Kızı oldu. Adını
Meryem koydu. Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefât etti. Hunne kızı Meryem'i teslimetmek
üzere Beyt-ül-Makdis'e götürdü. Orada bulunan âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti. Meryem, Beyt-i Makdis'e
kabul edildi. Fakat Meryem'in kimin himâyesinde kalacağı husûsunda Beyt-i Makdis hizmetçileri olan âlimler arasında
anlaşmazlık oldu. Zekeriyyâ aleyhisselâm; ''Çocuğu himâyeme ben alacağım. Akrâbalık yönünden
çocuğua en yakın benim.'' dedi. Diğer âlimler de çocuğu himâyelerine almak istediler. Çekilen kur'a neticesinde
hazret-i Meryem'in Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde kalması kararlaştırıldı. Zekeriyyâ aleyhisselâm
hazret-i Meryem'i evine götürdü. Onu hanımı Elisa büyüttü. Sonra da hazret-i Meryem için Beyt-i Makdis'te yüksek
bir oda yaptırdı. Hazret-i Meryem bu odada hem Allahü teâlâya ibâdet etti, hem de Zekeriyyâ aleyhisselâmdan Tevrât
okudu. Zekeriyyâ aleyhisselâm ona hergün yiyecek getirir, ibâdetten bir şey öğretirdi. Bir kış günü odasına
girdiğinde önünde dünyâ yiyeceklerine benzemeyen türlü türlü nimetler gördü. Nereden geldiğini sorduğunda;
''Allahü teâlâ tarafından geliyor.'' diye cevap verdi. Bu yiyecekler Allahü teâlânın kudretinden hazret-i Meryem'
e verdiği bir kerâmetti.
Zekeriyyâ aleyhisselâm
99 veya 120 yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Hanımı da zaten çocuk
doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı. Gerek Zekeriyyâ aleyhisselâmın, gerekse hanımının çocuk
sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine bir evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâdihsân etmesi
için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ ona Yahyâ isminde bir oğlan çocuğu ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselâm
vâsıtasıyla bildirdi. Birgün Zekerriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kılarken beyaz elbiseler içerisinde
Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlânın kendisine Yahyâ isminde bir oğul ihsân edeceğini müjdeledi. Ayrıca
onun hazret-i İsâyı tâsdik edeceğini, zamânın büyüklerinden ve bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle)
muttasıf, sâlihler zümresinde bir zât olacağını haber verdi. Zekeriyyâ aleyhisselâm bu müjdeye sevinip
arzusunun çabukluğunu arz ederek: ''Yâ Rabbi! Bana vâd ettiğin çocuğun meydana geleceğini delil ve alâmet
olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vâdettiğin şeyde mutmain olması için bir nişan
ver. O alâmetle bu nimeti şükürle karşılayayım.'' diye münâcaatta bulundu. Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın
duâsını kabul ederek; ''Senin için alâmet, birbiri ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır.''
Bir hastalık ve sebep olmaksızın, sen sıhhatlı olduğun halde üç gece (ve gündüz) dilini konuşmadan
alıkoymandır.'' buyurdu. Yahyâ aleyhisselâm ana rahmine düşünce Zekeriyyâ aleyhisselâm konuşamaz oldu.
Meramını ancak işâretle anlatabiliyordu. O, bu üç gün içinde devamlı ibâdet ve zikirle meşgul oldu.
Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazifesini yerine getirdi. Müddet tamam olunca Zekeriyyâ aleyhisselâmın
oğlu yahyâ aleyhisselâm dünyâya geldi. Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile, Zekeriyyâ aleyhisselâm ve âilesi sevince
gark oldular. Yahyâ aleyhisselâmdan altı ay sonra İsâ aleyhisselâm dünyâya geldi. İsrâiloğulları
İsâ aleyhisselâm beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen, onun babasız
dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyyâ aleyhisselâma iftirâ ettiler. Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere
aramaya başladılar. Yahûdilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek istediklerini haber alan Zekeriyyâ
aleyhisselâm ''Takat getirilemeyen şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir.'' kâidesinde Yahûdilerin, onu yakalamak
için peşine düştüler. Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-ül-Makdis yakınlarında ağaçlı bir bahçeye
girdi. Bir ağacın yanından geçerken ağaç: ''Ey Allah'ın peygamberi! Bana gel'' diye seslendi. Ağaç
yarıldı ve Zekeriyyâ aleyhisselâm içine girdi. Sonra kapandı ve onu gizledi. İsrâiloğulları
Zekeriyyâ aleyhisselâmın izini tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar. O sırada mel'ûn İblis (şeytan)
gelerek onlara; ''Bu ağacı bıçkı ile kesin, burada ise meydana çıkar. Yoksa ne kayb edersiniz.''
dedi. Kâfirler o ağacı biçerek Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit ettiler. Zekeriyyâ aleyhisselâmın türbesi
Halep'tedir. Mûcizeleri: 1-Kalemleri, kendi kendine Tevrât'ı yazardı. Zekeriyyâ
aleyhisselâm Beyt-i Makdis'te maiyyetinde yetmiş kişi olduğu halde Tevrât yazarlardı. Yahûdilerin biri
gelip; ''Hak peygamber olsaydın, elinde Tevrât yazmaya muhtâç olmazdın; sen de elinle yazıyorsun, emrindekilerle
aranızda hiçbir fark görmüyorum.'' diye konuştu. Hazret-i Zekeriyyâ bu söze çok üzüldü ve meraklandı. Cebrâil
aleyhisselâm gelip: ''Ey Zekeriyyâ, buradan kalkınız! Kaleminize emr ediniz, kendi kendine yazsın!'' dedi.
Zekeriyyâ kalkıp, emr edince, kalem istenen şeyi yazmaya başladı. O saatte kalem on iki sûre yazdı.
Bu mûcize ile birçok kimse imân etti.
2-Zekeriyyâ
aleyhisselâm hazret-i Meryem'i terbiyesi altına aldığı vakit, yazılması lâzım gelen kefâletnâmeyi,
kalemsiz, hokkasız yazmışlardır.
3-Kur'ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Zekeriyyâ aleyhisselâm ve Beyt-i Mukaddes hademe ve kayyimlerden
yirmi dokuz kişi arasında hazret-i Meryem'in kefâleti hakkında meydana çıkan ihtilaf üzerine herkes kendi
kalemini Ürdün suyuna atmışlarken, yanlız Zekeriyyâ aleyhisselâmın kalemi suyun üzerinde dikilmiş
kalmıştır. 4- Ağaçlar, Zekeriyyâ
aleyhisselâmla konuşurlardı. Yahûdilerden bir tâife kendisini şehit etmek üzere araştırırlarken,
kendileri de onlardan kaçtığı vakit, bir ağaç; ''Ey Allahın peygamberi, gel bende gizlen seni ben
muhâfaza ederim'' diye dile gelmişti.
5-Zekeriyyâ
aleyhisselâm su üzerinde yürür ve mübârek ayakları ıslanmazdı. Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek
arasında fark yoktu.
6-Zekeriyyâ aleyhisselâmdan
mûcize istendiği vakitte, yakınlarındaki ağaçlara mübârek eliyle işâret etmiş, hemen ağaçlar,
köklerinden kopup, önlerine gelip kalmışlardır.
Kur'ân-ı kerimin Âl-i İmrân, Meryem, Enbiyâ ve En'am sûrelerinde Zekeriyyâ aleyhisselâmla ilgili
haberler verilmektedir.
| Zülkarneyn Aleyhisselam | Peygamber veyâ veli.
Kur'ân-ı kerimde kıssası, doğuya ve batıya seferleri zükr edilmiştir. Asıl ismi İskender'dir.
Doğuya ve batıya gittiği için İskender-i Zülkarneyn diye anılmıştır. Nûh aleyhisselâmın
oğlu Yâfes'in soyundandır. Peygamber olup olmadığı açıkca bildirilmedi. Yemen'de yaşamış
olan münzir iskender ile Aristo'nun talebesi olan Makedonyalı İskender'den daha önce yaşadı. Sâlih bir zât olan Zülkarneyn
aleyhisselâmı Allahü teâlâ yeryüzündeki insanlara emir ve yasaklarını tebliğ ile vazifelendirdi. Zülkarneyn
aleyhisselâm Allahü teâlâ niyâzda bulunup; kendisine kuvvet vermesini, insanlar arasında hangi ilim ve adâletle hükmesini
gerektiğinin bildirilmesini istedi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu: ''Sana verdiğim vazifeyi yapabilmen için kuvvet ihsân ederim. Göğsünü açarım. Herşeye gücün yetecek
hâle gelirsin. Anlayışını açar, konuşmanı genişletirim, kulağını açarım,
tâ uzaktakileri işitirsin. basiretini genişletirim, çok uzakları görür, herşey nüfûz edersin. Her şeyi
sağlam yaparsın. İstediğin herşeyi ihsân ederim. Sana heybet veririm hiç kimse sana kötü gözle bakamaz.
Ben sana yardım ederim. Hiç bir şey sana zarar vermez. seni kuvvetlendiririm. hiş bir şeye yenilmezsin.
Kalbine kuvvet veririm hiçbir şeyden korkmazsın. Aydınlık ve karanlığı emrine verir, onları
senin askerin yaparım. Aydınlık senin önünde yol gösterir, karanlık arkandan seni muhâfaza eder.'' Allahü teâlâ hazret-i Zülkarneyn'in
emrine bulutları ve başka vâsıtaları verdi. Ona ilim ve kudret, insanlar üzerine tasarruf hâkimiyeti verdi.
Ayrıca beyaz ve siyah olmak üzere iki sancak ihsân etti. Zifiri karanlık olan gecede beyaz sancağı açınca,
ortalık aydınlığa gark olurdu. Gündüz harp ederken düşman askerinin karanlıkta kalmasını
arzu ederse siyah sancağını açar, düşman tarafı zifiri karanlık, kendi tarafı aydınlık
olur, böylece düşmana kısa zamanda gâlip gelirdi. Her sefere çıkışında önü aydınlık,
arkası karanlık olurdu. Çok geçmeden memleketi genişledi. Devleti güçlendi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bütün dünyâya
yaymağı azmetti. Teyzesinin oğlu Hızır aleyhisselâmı kendisine vezir, ordusuna kumandan tâyin
etti. Allahü teâlânın emriyle müminlerden meydana gelen ordusu ilk önce batıya yürüdü. Vardığı yerlerde
kâfirleri hak dine dâvet etti. İnsanlara iyilik ve ihsânlarda bulundu. İnanmayanlarla harp etti. Batıda yerleşilmiş
yerlerin sonuna vardı. Artık karalar bitmiş denizler başlamıştı. Oraya vardığı
sırada orada bir kavim buldu. Bu kavim kâfir olup vahşi hayvan derisinden elbise giyerler, denizin dışarı
attığı balık cinsinden şeyleri yiyerek geçinirlerdi. Zülkarneyn aleyhisselâm bu kavmi, güzel muâmelede
bulunarak hak dine dâvet etti. Kavimden bir kısmı imânla şereflendi bir kısmı ise imân etmekten yüz
çevirdi. Zülkarneyn aleyhisselâm inanmayanların üzerine yürüdü ve onları karanlıkta bıraktı .Onlar
karanlıkta ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda pişman olup tövbe ettiler ve Allahü teâlânın varlığına,
birliğine inandılar. Zülkarneyn aleyhisselâm müminlerden kurduğu ordusu ile uğradığı her yerdeki bütün insanları
hak dine dâvet etti. Allahü teâlâya imân ve ibâdete çağırdı. İmân etmeyenler cezâlarını
gördüler. Yaya olarak Mekke-i mükerremeye gitti ve haccetti. İbrâhim aleyhisselâmla görüşüp hayır duâsını
aldı. Nasihatlerine kavuştu. Daha sonra doğuya yöneldi. Güneşin ilk ışıklarının
vurduğu en uçtaki kara parçasına vardı. Zülkarneyn aleyhisselâm orada, yer altındaki manzenlerde yaşayan
kavmi hak dine dâvet etti. Daha sonra kuzeye bir sefer yaptı. İki dağ arasına vardı. O iki dağın
yakınında oturan kalabalık bir kavimle karşılaştı. O kavmi de hak dine dâvet etti. Kavmin
pâdişâhı Zülkarneyn aleyhisselâmı iyilikle karşıladı ve hediyeler takdim etti. Bütün kavmiyle
birlikte hak dini kabul etti. Zülkarneyn aleyhisselâmın iltifatlarına kavuştu. Ye'cüc ve Me'cüc adlı kavimlerin
zararından şikâyette bulundu. Zülkarneyn aleyhisselâm o kavimle birlikte Ye'cüc ve Me'cüc'ün zararından korunmak
için sed yaptılar. Zülkarneyn
aleyhisselâm bir seferi esnâsında hiçbir dünyâ malı ve serveti olmayan, rızıklarını sebzeden
temin eden bir kavme rastladı. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, hergün mezarını
temizler ve ibâdetlerini burada yaparlardı. Zülkarneyn aleyhisselâm o kavmin hükümdarıyla da görüştü. Hükümdar
kendilerinin dünyâya önem vermediklerini, âhiretini hatırlamak için de ibâdetlerini mezarlarda yaptıklarını
anlattı. Zülkarneyn aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla, doğu, batı ve kuzeydeki bütün ülkeleri
feth edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yayma vazifesini tamamladıktan sonra, askerine izin verdi.
Kendisi Medine ile Şam arasında Dûmet-ül-Cendel denilen yerde insanlardan ayrıldı. Yanlız Allahü
teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldu. Vefât etmeden önce yakınlarına ''Ben vefât edince usûlüne uygun yıkayıp
kefenleyin. Sonra tabuta koyun. Yanlız kollarım dışarda sarkık kalsın. Hazinelerimi de katırlara
yükleyin'' diye vâsiyette bulundu. Söyledikleri aynen yapıldı. Az bir zaman sonra da vefât etti. Mekke'ye veya Mekke
civârındaki Tehâme Dağlarında bir yere defn edildi. İskender-i Zülkarneyn böyle vâsiyet etmekle ''Arkamdan
gelen ordular ile doğu ve batıya hâkim oldum. Hizmetçilerim emrimden çıkmadı. Dünyâyı baştan
başa tuttum. Sayısız hazinelerim vardı. Fakat bütün bu dünyâ nimetleri kalıcı değildir.
Gördüğünüz gibi mezâra eller boş gidiliyor. Dünyâ malı dünyâda kalıyor. Sizler âhirette de faydalı
olacak işler yapın.'' demek istedi. Zülkarneyn aleyhisselâm beyaz-kırmızı benizli, orta boylu idi.
Güzel ahlâk sâhibi, Hakka teslimiyeti tam, halkına karşı mütevâzi, alçak gönüllü ve adâler sâhibi idi.Gazâ
ve cihâda çıkmakta, beldeleri tâmirdeçok gayretli idi. Dünyâ malına rağbet etmez, elinin emeği, alnının
teri ile geçinirdi. Bunun için zenbil örer kendine, çoluk çocuğuna bu paradan harcar, artanını fakirlere sadaka
verirdi. Ye'cüc ve Me'cüc kavminin zararlarına mâni olmak için sed yapmıştı. Sedi rivâyetlere göre Asya'nın
doğusundaki mümin Türklerin ricâsı üzerine inşâ etmişti. İki dağ arasına taş ve demirden
yapılmış olan bu sed bugünkü Çin seddinden başkadır. Kur'ân-ı kerimin Kehf sûresi :83-98.
âyet-i kerimelerinde Zülkarneyn aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir. Peygamber efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem
de buyurdu ki:
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi
mümin ikisi kâfir idi. Mümin olan ikisi Zülkarneyn ile Süleymân (as) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi.
Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktır.
| Zülkifl Aleyhisselam | İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Peygamberliği kesin olarak belli olmayıp, âlimlerin ekserisi peygamber olduğunu
söylemişlerdir. Asıl ismi Bişr olup, lakâbı Zülkifl'dir. Elyesâ aleyhisselâmdan sonra, kızmadan sabır
göstererek dinin emir ve yasaklarını İsrâiloğullarına bildirmeyi üzerine aldığı, kefil
olduğu içim kefâlet sâhibi mânâsında Zülkifl denilmiştir. Elyesâ aleyhisselâmın amcasının oğludur.
İsrâiloğullarına Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını tebliğ etmiştir.
Allahü teâlânın İsrâiloğullarına gönderdiği
peygamberlerden Elyesâ aleyhisselâmın eceli gelip vefâtı yaklaşınca Allahü teâlâ rûhunu kabz edeceğini
vahiyle bildirdi ve ''Mülkünü, İsrâiloğullarından gece sabaha kadar ibâdet eden, namaz kılan, gündüzleri
oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hükm edecek birine ver.'' buyurdu. Bu peygamber kendisine verilen emri
İsrâiloğullarına bildirdi. Aralarıda bir genç kalkıp: ''Bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım.''
dedi. Peygamber o gence; ''Bu kavmin içinde senden daha büyükleri var, sen otur.'' dedi. Sonra ikinci defâ aynı teklifi
yaptı o genç yine ''Kefil olurum.'' dedi. Üçünce defâ aynı teklif tekrarlanınca cevap veren yine o genç oldu.
Bunun üzerine Elyesâ aleyhisselâm, onun yerine halife bıraktı. Bu genç Bişr idi. Bu sebeble o gence Zülkifl
lakâbı verildi. Bu genç aldığı
vazifeyi eksiksiz olarak yerine getirmek için çalişırken İblis (Şeytan) onu kıskandı ve bu vazüfeyi
yaptırmamak için çeşitli hilelere baş vurdu. Fakat bu genç İblisin hilelerine aldanmadan aldığı
vazifeyi eksiksiz yerine getirdi. Bu hâlinde dolayı Allahü teâlâya şükür etti. Allahü teâlâ Zülkifl aleyhisselâma peygamberlik vazifesi verdi. Zülkifl aleyhisselâm
Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını insanlara bildirdi. Tevrât'ı okuyup hükümlerini yerine
getirdi. Tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirdikten sonra Şam beldelerinden birinde vefât etti. Kur'ân-ı kerimin Enbiyâ sûresi: 85-86. âyet-i kerimelerinde,
Sâd sûresi: 48. âyetinde Zülkifl aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir.
| Kaynak: Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları |
|